İSVEÇ devleti psikiatri kurumlarının başında olan bir hanımefendi ve eşiyle geçenlerde yemek yerken beni hayrete düşüren bir şey öğrendim. Eskiden İsveç’te kadınların başı örtülüymüş.
Örtünme geçen yüzyılın başlarında hálá devam etmekteymiş. İsveç’te evlere girerken kapı önünde ayakkabı çıkardıklarını görmüştüm, ama doğrusu baş örtülmesinden haberim yoktu.
Çok şaşırdım, çünkü 20 yıl kadar önce başkent Stokholm’e gittiğimde sıcaktan bunalan ninelerin dahi bluzlarını çıkarıp parklarda sütyenle oturduklarını gören de bendim.
İsveç’te bir şeyi daha fark etmiştim. Yarı çıplak da gezseniz kimse başını çevirmiyordu bile. Bu ülkede birine gözünü dikip bakmak taciz sayılıyor. Kimse lokantalardan içeri girip çıkanı süzmüyor. Bu kültürde tanımadığınız kişilere bakmak ayıp.
Biraz soruşturunca sadece İsveç’te değil mesela Almanya’da da eskiden kadınların başlarını örttükleri ve bunun sebebinin sadece soğukla değil evlerde su olmamasıyla ilgili olduğu ortaya çıktı. Buralarda kadınlar saçlarının kirlenmemesi ve belki de yağlı saçlarını göstermemek için başlarını örtüyormuş.
* * *
İsveçli karı koca bana yaz ortasında geldikleri ülkemizde kılık kıyafetle ilgili İstanbul izlenimlerini de aktardılar. Onlara göre dışardan bir gözle bakıldığında Türk kadınları ya çok kapalı giyiniyor, ya da çok açık. Yani normalleşmemiş bir durum var ortada. Ve bana "Bunun ortası niye yok?" diye sordular.
Niye yok sahiden? Unutmayalım ki bu ülke bir kıyafet devrimi yaşamanın da ötesinde köylü toplumu olmaktan kentliliğe yeni adım atıyor. Bir bocalama döneminden geçiyoruz. Ayrıca taşra kente geldiğinde ya açılıp saçılıyor, ya da kapanıyor. Ve her ikisi de marifet sayılıyor. Üstelik biri diğerini karşılıklı olarak provoke ediyor. Değerler henüz oturmadı. Aynı hava gazetelere de yansıyor. Son dönemin iç çamaşırı tartışmaları bu durumu anlatan iyi bir örnek.
* * *
Bu yazının asıl yazılma sebebi ise Çankaya’nın muhtemel First Lady’sini Atıl Kutoğlu’nun giydireceği haberleri. Estetik kaygı sahibi biri olarak Kutoğlu’nun başarılı olmasını çok isterim. Bugünkü şekliyle uç bir dinsel kimlik simgesi haline getirilen Hayrünnissa Hanım tarzı başörtme biçimi kadınlara hiç yakışmıyor. Genç ve güzel bir kadını çirkinleştirmek için bundan iyi bir yöntem olamaz. "Sana ne?" diyecekler çıkacağını biliyorum. Bu toplumda kadın dayanışmasına inanan biri olarak dekolteyi taşımasını bilmeyip orasını burasını açanlar da beni rencide ediyor, kadının saçını saklayacak kadar örtünme mecburiyeti de. Üstelik bir noktada her ikisi de birbirinin varoluş nedeni.
Umarım kadın giyimi konusunda "normalleşmek" için milli gelirin İsveç düzeyine çıkmasını beklemeyiz.