Paylaş
Okul ve mahalle arkadaşlarımızdan soprano Leyla Çolakoğlu (Topaloğlu) ve “Düş Hekimi” Yalçın Ergir bizim mahalleyi anlatan bir müzikal hazırladılar. Geçen gün TED Koleji’nde sergilenen bu oyunda çocukluğumuza döndük.
Meğer masumiyet yıllarıymış onlar. Hindistan’dan Nehru amcanın Türk çocuklarına hediye ettiği yavru fil Mohini’nin Taksim Anıtı’na törenle çelenk koyduğu yıllar... Banka memurelerinin kasadan ihtiyacı kadar para alan banka soyguncusu Elmas’ın aleyhine tanıklık yapmayı reddettiği yıllar... Kalelerimizin taştan olduğu, topun hiç direkten dönmediği yıllar... Kavga eden, ama kin tutmayı bilmeyen çocuklar...
Sözü Düş Hekimi arkadaşımıza bırakırsak: O zamanlar, çocuklar evden okula servis ile değil, buluşarak giderlermiş. Yollarını gözlemezmiş evdeki bilgisayar, şehrin en iyi dershanesi, hazırlık kursları... Bilmezlermiş; hamburgeri, 3G’yi, play station’u, facebook’u...
Bilirlermiş duvarların üzerinde sohbeti, anket defterleri doldurup, sevgileri keşfetmeyi... Horozşekercisini, elleri leş gibi macuncunun, tornavida ile koyduğu rengârenk macunu... Eve gitmeyi unutmayı, hava kararınca dayak yemeyi, sonra da bir ıslıkla tekrar aşağıya, kukalı saklambaca kaçmayı...
Teksas’ı, Tommiks’i, Konyakçı’nın dişlerini, paramparça Red Kid’leri...
İç içe konan naylon topları, taştan kale direklerini, üç korner bir penaltıyı...
Taşınanların kırmızı kamyonlarını... Hey Dergisi’ni... Otobüsteki biletçinin lastik sarılı kalemini... Evlerin arkasındaki odun kömür depolarını...
Yakantopun yakışını... Mantarlı gazoz kapaklarını, yaldız kazımayı... Kan kardeşliğini...
İp atlama, lastiğe basma, topaç virtüözlüğünü... Çelik çomağı, kırılan camları-toplanan paraları...
Açık hava sinemalarını, frigo buzu...
Yaşlar ilerledikçe, bu birliktelik, kollama, koruma duyguları, bu mahallelerin çocuklarının başlarına çok işler açmış. İşsizlik, enflasyon, köşeyi dönme, adamını bulma, malı götürme falan derken, herkes yüzünde soluk bir bakış, içinde hayatın yenilgisi, çaresizlikleri, tatminsizlikleri ile baş başa kalmış.
Çocukları mı? Çocukları şimdi koca apartmanların arasında sanal bir dünyada, emniyet içerisinde yalnız yaşıyorlar. Anneleri-babaları onları çok seviyor.
Hafta sonları hep beraber hiper alışveriş merkezlerindeler.
Okul servisi çocukları neredeyse yataklarından alıyor.
Çocuklar, trafik kaygısıyla, köşedeki markete dahi gönderilmiyor.
Hepsi birer test uzmanı, sayısal-sözel yuvarlanıp gidiyorlar. Seksek oynamayı değil ama taban puanları çok iyi biliyorlar.
Hayata açılan pencereleri ‘Windows’ işletim sistemi... Ve şehrin dışında ağaçlar, tırmanacak, salıncak kuracak, kalp kazıyacak mahalle çocuklarını bekliyor.
Hiç sopa yememiş, ağaçtan düşmemiş, topu yandaki bahçeye kaçmamış, dizlerinde bir metrekare kabuklar olmamış çocukları...
56 yaşına basan Başbakan da o aynı masumiyet yıllarının çocuğuydu. Doğum günü kutlu olsun, ama biz o kin tutulmayan yılları özlüyoruz. Gözlerini kapatıp düşündüğünde bizi anlayacaktır.
Paylaş