SONBAHARIN sarı, kırmızı, kahverengi renkleri arasında yeşil, tıpkı gri sislere bürünen gizli bir aşk gibi zamanını bekler...
Onun aşk zamanı bahardır. Bahar gelince rengini açık eder, her yerden fışkırır. Dallardan, yapraklardan, çimenden uzanır, şiirlere, şarkılara karışır. Bazen sevdalı gözlerden bakar, yeşil yeşil... İnsanlık tarihinden çok öncelere uzanan, maviyle birlikte yaşamın simgesine dönüşen kadim bir renktir kendisi. * * * “Yeşil” günümüzde giderek daha fazla politik bir anlam kazanıyor. Avrupa’da “68 Solu”ndan gelenler, Berlin Duvarı yıkılırken politik kurtuluşu yeşilin canlı ve sevecen tonlarına sarılmakta bulmuşlardı. Zaten Goethe de yıllar önce “Bütün teoriler gridir, oysa yaşamın ağacı her zaman yeşildir” diyerek canlılık felsefesinin rengini belirlemişti. 70’li yıllardan beri Avrupa’dan yükselen “Yeşil hareket” şimdilerde Avrupa Parlamentosu’ndaki iddialı gruplardan biri. Son olarak komşu İran’da baskıcı İslam rejimine karşı çıkan özgürlük hareketi de yeşil rengi seçince, bizim buralardaki anlamı da yeni bir politik içerikle donandı. Günümüz Almanya’sında Yeşiller Partisi giderek güçleniyor. Berlin’de gelecek bahar yapılacak eyalet seçimlerinde, Yeşil Parti ilk kez Eyalet Başkanlığı için iddialı. Anketlerde Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile başa baş, hatta önde gidiyor. Bunda Berlin seçim haritasını bulundukları Kreuzberg-Neukölln bölgesinde yeşile boyayan Türklerin kuşkusuz payı var. Yeşillerin Türklerle yükselmesinde partinin eşbaşkanlığını ilk kez göçmen kökenli bir Türk’ün, Cem Özdemir’in üstlenmesi rol oynadı. Tabii Berlin’in Yeşil milletvekili Özcan Mutlu’yu da unutmadan... Yeşiller Avrupa’da iki akımı temsil ediyor; birincisi çevrecilik diğeri “multi-kulti”, yani çokkültürlülük. “Çokkültürlülük” günümüz dünyasının kaçınılmaz gerçeği. * * * Yeşil hareket ve çevrecilik Türkiye için de önemli. Çok farklı güçlerin ve kültürlerin bir çatışma alanı olan Anadolu toprakları, son dönemde çevre bakımından ciddi tehdit altında. Küresel değişimin ve yerel hoyratlıkların birleşmesi ile ülkenin gölleri ve suları hızla kuruyor, ormanları, yeşil alanları yağmalanıyor. Toprakları erozyonla yok olup gidiyor. Buna rağmen çevrecilik Türkiye’de güçlü bir politik akıma dönüşmedi. Bizim 68 solu, çevreciliği “Devrimden sonra bakarız” mantığı ile küçümsedi. Sağ ise kalkınma ve büyümeyi engelleyen marjinal bir akım olarak gördü. Oysa bugün artık “Yeşil Enerji” ekonomide geleceğin sektörü olmaya aday. “Yenilenebilir enerjiler”, yani güneş, rüzgar ve akarsular birçok ülkede artık alternatif değil, zorunlu ve kaçınılmaz enerji haline geliyor. Kalkınma, ilerleme ve çağdaşlaşmayı simgeliyor. “Yeşil”, giderek hem politik hem ekonomik anlamda insanlığa “son çıkış”ı işaret eden bir trafik levhası gibi... Günümüz Türkiye’sinde hidroelektrik santrallerle ilgili “kavga” boyutuna varan tartışmalar sürerken, kalkınma, turizm, çevre ve doğa dengesine çok daha çağdaş bir perspektiften bakmak gerekiyor. Epeydir doğa kulağımıza gizlice o şarkıyı fısıldıyor: “Yalnız benim için, bak yeşil yeşil...”