ÖNCE Fukayama çıktı, “mutlu son”u tarif etti. Serbest piyasa ekonomisi her yerde galip gelecek, herkes liberal demokrasiyle yönetilecekti.
Ardından Huntington medeniyetlerin çatışacağını söyledi. Huntington’a göre medeniyetler kendi aralarında etkileşemezlerdi. Tam tersine daha da düşman olacaklar ve dünya kaosa sürüklenecekti. Derken Ortadoğu karıştı. İnsanlar sokağa döküldü. Hepimiz meydana gelen bu halk hareketlerinin ideolojisini anlamaya çalıştık, bulamadık. Lideri kim diye baktık, göremedik. Mısır’da Mübarek gidecek, yerini radikal İslamcılar alacak diye boşa endişe ettik. Alıştığımız anlamda bir devrim yoktu ortada. Batı, Ortadoğu gibi mistik bir bölgede toplumların demokratikleşme talebi olabileceğine pek ihtimal vermedi. Washington’daki Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü’nün Türkiye Programı Direktörü Gönül Tol bu hafta İstanbul’da düzenlenen Değişim Liderleri Zirvesi’nde faklı bir bakış açısı sundu. Tol’a göre Ortadoğu insanının sokağa dökülmesinde tek bir söylem vardı; evrensel insan hakları söylemi. Din, politik bir ideoloji olarak devreye girmemişti. Ayaklanmanın ulusçu vasfı da yoktu. Ortadoğu’daki yeni durum “melez” bir oluşumdu. Halk ayaklanmasında Batılı bir icat olan sosyal medya kullanılmış, yine Tol’a göre Batılı bir değer olan insan hakları kavramı üzerinden protestolar oluşmuştu. Bu tutarlı analiz son derece net. Ancak beraberinde şu soruları da getiriyor: Doğrudur, Ortadoğu ayaklanmaları hiçbir yerde din adına olmadı. Kaderci Doğu’da halkın mazlum kaderine razı iken birdenbire Batılı değerler sayesinde ayağa kalktığını düşünmek de Batılı bir bakış açısı olamaz mı? Acaba gerçekten öyle mi? Bu da oryantalist denebilecek değerlendirme sanılabilir mi? Sosyal adalet gerçekten salt Batı’ya özgü bir kavram mı? Bir zamanlar Ecevit’in CHP’yi karıştıran “Ortanın solu, Peygamber’in yolu” demesini gel de hatırlama! Tam da Tol’un belirttiği gibi din, bu ülkelerde yerel dinamiklerle harmanlanmış farklı bir rol oynuyorsa, insan hakları söylemi nasıl oluyor da bu kadar kolay temel demokratikleştirici mekanizma olabiliyor? Dini altyapının bunda rolü yok mu? Batı’nın “Aydınlanma”sı dini kamusal alandan tamamen dışlayan bir modernitedir. Asıl önemli soru şu: Medeniyetlerin evrilip dönüşmesi sonucu alternatif moderniteler ortaya çıkabilir mi? Elbette çıkar, ama her modern olanı yüceltmek zorunda mıyız? Aydınlanmacı modernite modelini sırf Batı’nın bir ürünü olduğu için reddetmek gerekir mi? Batı modernite üzerindeki tekelini kaybederken kendimizi nasıl konumlandırmalıyız? İstiklal Marşı’mızın yazarı Mehmet Akif’in “tek dişi kalmış canavar” diye tanımladığı Batı’ya olan kırgınlığımız yerimizi tayin etmede duygusal rol oynamalı mı? Ortadoğu’daki olaylar kuşkusuz zihinsel şemalarımızı zorlayacak. Avrupa merkezli ilerlemeci tarih yorumuna karşı çıkanların sayısı da artacak. Yukarıdaki saptama ve sorular çerçevesinde zihinsel egzersiz yapmaya her zamankinden fazla ihtiyacımız olan bir evreden geçiyoruz.
İBO için birkaç cümle: İbrahim Tatlıses’i yıllar önce GAP’ın açılış töreninde tanıdım. İstiklal Marşı’mız söylenirken ağladığını gördüm. İbomani’ye Urfa’da tanık oldum. Öyledir, böyledir ama sonuçta beş yıl şarkı yapmasa da Tatlıses bu coğrafyada bir klasiktir. Acil şifalar diliyorum.