Zeynep Göğüş

Paylaşılamayan sevgili

1 Kasım 2003
WOODY Allen'dan alıntı: ‘‘Ben ölümden korkmuyorum. Sadece geldiği zaman orada olmak istemiyorum.’’Woody Allen nereden mi çıktı? Şu aralar gösterimde olan filmi falan da yok ama yine de bu cümleyi hatırladımsa sebebi var. Bizim durumumuz da biraz bu yukarıdaki örnekte yansımasını bulan Tevrat mizahı gibi. Türkiye'yi kastediyorum:‘‘Biz kendimizi dünyanın merkezi gibi görmüyoruz, ama ne yapalım ki biz oradayız!’’Kötü de yönetilsek, iyi de yönetilsek fark etmiyor. Değişmeyen bir özgül ağırlığı var Türkiye'nin... * * *Dünyanın merkezinde olma konumundan kaynaklanan özgül ağırlığımızı ağır entelektüel toplarımız reddetme eğiliminde olsalar da herkes onlarla aynı fikirde değil. Özellikle son üç aydır, Türkiye konusunda gerçek bir metamorfoza uğrayan Avrupalı liderler var. Bunların içinde en şiddetli Türkiyeci kesilenler Almanya ve Fransa'dalar. Bir örnekle anlatayım: Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, geçenlerde Stern dergisinin iki muhabiriyle İtalya'daki tatili sırasında göl kenarındaki çok hoş bir restoranda mum ışığında saatler süren bir yemek yedi. Her şeyin konuşulduğu bu yemekte Fischer denk getirip iki lafın başında Türkiye'den bahsetti. Örneğin muhabirler Japonya ya da Meksika'yı mı sordular, Fisher ‘‘Bu vesileyle belirtmeliyim ki, Türkiye mutlaka AB üyesi olmalıdır’’ diyerek cevabına eklemelerde bulunuyordu.Son zamanlarda Fischer vesile üzerine vesile yaratıp bunu hep yapıyor. Almanya'yı bilenler bunu söylemenin siyaseten rizikolu olduğunu da bilirler. O halde şu soruyu sormalıyız kendimize: Bıçak sırtında yürüyen bir koalisyona rağmen Fischer bu rizikoyu neden alıyor? Amaç Türkiye'yi memnun etmek mi? * * *Yakın zamana kadar Alman siyasetçilerin hemen hepsi Türkiye'nin AB bağlamında uzun vadede başlarına bela açacağını düşünüyorlardı. Ta ki son Irak savaşına dek. Ancak Irak'taki gelişmeler nedeniyle Almanya ve tabii Fransa da şoke oldu. Özellikle Almanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar'ı kapsayan stratejik planları nedeniyle Türkiye'ye ne denli ihtiyaçları olduğunu fark ettiler. Peki ama bu resmi Amerika nasıl seyrediyor? AB bağlamında Amerika için İngiltere ne ise Türkiye de o. Biri batı kanadında, diğeri doğu kanadında AB'nin özel ‘‘uç’’ üyeleri. Bir ucunda İngiltere, diğer ucunda Türkiye olan bir AB, ABD'yi daha az korkutacaktır. Demek ki değişen bir şeyler var: Aynı anda hem Almanya, hem Fransa, hem de Amerika kendi stratejik çıkarları için AB'yi Türkiye'de görmek istiyor. Aniden Türkiye, paylaşılamayan sevgili...Kendini dünyanın merkezi olarak görmüyor, ama orada!
Yazının Devamını Oku

Başını bağla, yoksa

25 Ekim 2003
<B>HABERİ </B>dün sabah Milliyet'in birinci sayfasında gördüm. Başlıkta şöyle deniyordu: <B>‘‘Başını bağla, yoksa evlenmem.’’</B> Bir Türkiye gerçeği: Galatasaraylı Arif, üç yıllık kız arkadaşı spiker Ece Özbek'in ‘‘kapanmasını’’ istemişti. Habere göre Galatasaraylı futbolcu, kendi ailesinin yoğun baskısı karşısında Ece'den böyle bir talepte bulunmuş, her ikisi de ünlü kişiler olduğu için haber haklı olarak manşete çıkmıştı.

Bu aşk nasıl noktalanacak bilemem, ama Türkiye'de her gün çok sayıda kadının benzer baskılar altında kalarak başını örttüğünü biliyorum.

Baskı bazen babadan, bazen erkek kardeşten, bazen da koca adayından geliyor. Bu kadınların çoğu, dışa karşı ‘‘kendi rızamla kapandım’’ oyunu oynayarak buluyorlar yaşam dengelerini.

Sosyolog olsam başı kapalı milletvekili eşlerinin hangilerinin evlenmeden önce başı açık olduğunu ve hangi koşullarda kapandıklarını araştırırdım. Bunu Ankara'daki gazeteci arkadaşlar da yapabilir.

Ortaya herkesi şoke edecek bir sonuç çıkacağından eminim.

* * *

Çocukluğum Erenköy-Göztepe hattında geçti. Araya başka yerler de girdi ama annemin doğum yeri Erenköy ve kendisi de Erenköy Kız Liseli olduğu için, anneannemler de orada oturduğundan, her yerden önce Tütüncü Mehmet Efendi Caddeli ve Rıdvan Paşa Sokaklı sayılırım. (Hatta Tütüncü Mehmet Efendi'nin Göztepe'yi Göztepe yapan adam ve Cibali sigara fabrikasının kurucusu olduğunu bilmeyen bazı belediye meclisi üyeleri caddemizin adını değiştirdiklerinde mücadele bayrağını açıp ona yeniden eski adını kazandırmakla da övünürüm!)

İşte bu anlattığım semtlerde geçen pek çok baş kapattırma öyküsü dinleyerek büyüdüm. Zümrüt gözlü, sarı bukleli güzel Necla'nın zorla kapanma öyküsünü Letafet Teyzem ile İfakat Teyzem her seferinde neredeyse ağlayarak anlatırlardı!

Cumhuriyet kuşağı teyzelerin anlattıklarında abartma olacağını düşünenler çıkabilir. Keşke öyle olsaydı.

Gelgelelim benim tanıdığım pek çok kız da aynı akıbete uğradılar! Hayatın onları savurduğu noktadan bugün geriye baktıklarında yıllar önce yaptıkları zoraki seçimi hiçbir zaman sorgulamadım. Ancak hayatla barışık olmak için kendi kendilerini haklı çıkarmaktan başka çareleri olmadığını da biliyorum.

* * *

Türkiye'nin gündeminde bir yanda başını kapatmamak adına aşkını feda eden Ece Özbek, diğer yanda da Çankaya'daki 29 Ekim törenine davet edilmeyen başı kapalı milletvekili eşleri aynı anda var. Tartışmayı ancak kendimizi karşımızdaki insanın yerine koyarak yapabilirsek kavga etmeden bir yere varabiliriz.

Ben yine merak ediyorum. Başı kapalı milletvekili eşlerinin kaçta kaçı evlenince kapanmaya karar verdi? Bu sorunun yanıtı bilimsel önem taşıyor!
Yazının Devamını Oku

Din tamam sorun kadın!

18 Ekim 2003
<B>AVRUPA </B>Parlamentosu'nun Hıristiyan Demokrat Grubu'nun Başkanı <B>Pöttering </B>geçenlerde gözlerden kaçan şaşırtıcı bir demeç verdi: <B>‘‘Müslüman Bosna Hersek mutlaka AB üyesi olacaktır.’’ </B>Bu demecin bizim açımızdan ilginç yönü devamındaki şu cümlede gizliydi: <B>‘‘Ama Türkiye için aynı şeyi söyleyemeyiz, çünkü Türkiye ile kültür farkımız var!’’ </B> Türkiye-AB ilişkilerinin önümüzdeki beş yıllık diliminde olacak ve bitecekleri anlamak için bu demeci mutlaka aklımızın bir köşesine yazmalıyız.

Avrupa bir yandan çok kültürcü akımın etkisi, diğer taraftan 11 Eylül'den alınan derslerle Müslüman kimliğini dışlamasının ayıp ve tehlikeli olduğunu öğreniyor. Sonuçta ‘‘Türkiye'yi alamayız, çünkü o Müslüman bir ülke’’ diyemeyecekleri bir noktaya geldiler.

AB üyesi ülkelerde 20 milyondan fazla Müslüman yaşıyor. 2004'te üye olacakları da katıp AB'nin en küçük yedi sekiz küçük üyesinin nüfusunu toplasan 20 milyon etmez oysa. Bu gerçekten önemli bir rakam. Üstelik Müslümanlar AB vatandaşı, oy kullanıyorlar.

Kaldı ki Avrupa kültüründe Müslümanlık Endülüs'le birlikte yüzyıllar önce var. Balkanlarda Osmanlı ile var. Yani sadece bugüne de bakmamak gerek. Sonuç olarak bütün bunları artık sağcı Avrupalı da anlamış olmalı ki Müslüman diye bir ülkeyi dışlamaktan vazgeçildi.

Ama şimdi de başımıza ‘‘kültür farkı’’ çıktı.

* * *

Dinle kültürün birbirinden ne kadar ayrışabileceği ayrı tartışma konusu. Bir İspanyol ile bir İsveçlinin ne kadar kültürel olarak birbirlerine benzedikleri de ayrı mesele, bu açıdan bakarsak en fazla birbirine benzeyen iki ulus var: Türk ve Yunanlı! Ama konumuz bu da değil.

Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkarılan gerekçe bir süredir ‘‘kültür farkı’’ olarak ortaya konuluyor. Kültür farkı gerekçesi her kademeden öne sürülüyorsa bunu ciddiye alıp derhal karşı pozisyonlarımızı oluşturmalıyız.

Bu noktada Avrupalı'nın eline koz verdiğimiz alanların başında da kadın erkek eşitliği meselesi gelmektedir. Ankara'daki AB temsilcisi Kreschmer geçen ay Tempo'ya verdiği demecinde kadın-erkek eşitliğinin üyelik yolunda ciddi bir engel oluşturduğunu söylüyor, Türk Ceza Kanunu'ndaki evlilik içi tecavüz maddesi ile kızların okur yazarlık oranındaki düşüklüğün AB standartlarına uymamasını gösteriyordu.

* * *

İddia ediyorum: Bugün TBMM'de çok değil sadece yüzde 10 oranında yani 55 kadın olsaydı, AB'den müzakere tarihi almamız çok daha kolay olurdu. Yüzde 96'lık erkek kotasına sahip meclisimiz Medeni Kanun için kadın örgütlerini bu kadar uğraştırmasaydı, kimse karşımıza kültürel fark diye dikilemezdi.

Kadın meselemiz, yazılı olmayan Kopenhag kriteri'dir. Bu kozu kullanan Avrupa'ya değil, onu kullandırtana kızalım.
Yazının Devamını Oku

Kasımpaşalı Terminatör

11 Ekim 2003
<B>TERMİNATÖR </B>rolünden tanıdığımız aktör ve eski vücut şampiyonu <B>Arnold Schwarzenegger'</B>in California'da ezici bir çoğunlukla vali seçilmesi, globalleşme çağında klasik siyasetin bittiğinin önemli bir göstergesi sayılabilir. Bizim burada da kimse kendini ‘‘sağ dağıldı’’, ‘‘sol birleşemiyor’’ diye boşuna yormasın. Globalleşme dalgası, klasik siyasi tanımlamaların tümünü yıkıyor. Bugünün dünyasında politika ve liderlik yapmak için siyasi kimlik yetmiyor.

Siyaset kişiselleşiyor; daha doğrusu, siyaset yapan kişinin imajı ve insan odaklı olarak neyi temsil ettiği öne çıkıyor. Sağcı, solcu, dinci ya da muhafazakár olmanın önemi giderek azalıyor.

Toplumsal yaşam büyük bir televoleye dönüşüyor. İnsanlara yaşamın tümünü bir oyun olarak algılama isteği egemen oluyor. Bu oyunu kazanan ise güçsüzlerin hamisi rolünde kim ise o!

* * *

Bizim de Terminatör'ümüz yok mu? Ezilmişi, itilmişi, kakılmışı ve tüm mağdurları koruyan Terminatör, Türkiye'de en çok hangi politikacıya benziyor?

‘‘Mahallenin hamisi, güçlü, otoriter ve adil Kasımpaşalı Abi’’ ile Terminatör imajı bire bir örtüşüyor. Başbakan Recep Tayip Erdoğan da tıpkı Terminatör gibi globalleşme çağının daha fazla güven ve korunma isteyen mağdur insanına hitap eden bir imaj çiziyor.

Başbakan Erdoğan'a verilen destekte onun eski bir Milli Görüşçü olmasının payını abartmamak gerek. Nitekim AKP Kongresi'nde Milli Görüşçülerin geri plana itileceklerinin işaretleri geliyor. Başbakan kendi deyişiyle ‘‘Milli Görüş gömleğini çıkarıyor’’. AKP, merkezdeki siyasetçilerle vitrin yapıyor.

California'da da Arnold Schwarzenegger, Cumhuriyetçi Parti'nin alışılagelmiş klasik söylemine uymuyor. Mesela, kürtajı destekliyor. Mesela, karısı Demokrat Partili.

AKP'nin sol söylemlerin pek çoğunu sırtlaması gibi, Amerika'da da cumhuriyetçilerle demokratlar arasındaki çizgi giderek kayboluyor.

* * *

Temsil ettiği Cumhuriyetçi Parti'nin muhafazakár değerlerini hiçe sayan Terminatör'le, AKP Kongresi'nde Milli Görüş gömleğini çıkarmaya hazırlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bir benzeri de Brezilya'da var. Brezilya'nın eski sendikacı ‘‘solcu’’ lideri Lula, bu özellikleri yüzünden değil, ezilmişin hamisi rolündeki başarısı ile ülkesinin başına geçti. Ülkesine yabancı sermayeyi davet eden, özelleştirmeleri destekleyen Lula da başarısını eski solcu kimliğine değil, güçlü, otoriter, adil lider imajına borçlu.

Siyaseti tartışırken kardan yolu kapalı köylerdeki kahvehane muhabbeti düzeyinden kendimizi kurtarmalıyız. Ülkemizdeki siyasi gelişmeleri irdelerken, dünyadan ve Arnold'dan alacağımız pek çok ders var.
Yazının Devamını Oku

Ayniyle vakidir

4 Ekim 2003
<B>İZMİR-</B>İstanbul arasında postu ucuza deldirebileceğiniz postmodern bir otobüs yolculuğu. Tasarımcı <B>Selçuk Gürışık,</B> dünyanın en ünlü moda okulu sayılan Londra'daki Saint Martin's Koleji'nden hocası papyonlu bir profesör ve 30'lu yaşlarındaki kadın arkadaşı, İzmir'den İstanbul'a doğru hareket etmekte olan bir otobüse binerler. Keyifleri yerindedir, paylaşıp gülebilecekleri çok şeyleri vardır. Birazdan anlatacaklarımızı tetikleyen ayrıntı, profesör beyefendinin İngiliz olmasından mütevellit İngilizce konuşmak mecburiyeti taşımalarıdır. Otobüste kahve servisi yapıldığı sırada ön koltuklardan birinden, modern giyimli, 50'li yaşlarının ilk yarısında bir ‘‘hanımefendi’’nin sert ve kararlı sesi duyulur:

‘‘Mecbur muyuz sizin İngilizce kıkırdaşmanızı dinlemeye! Burası Türkiye! Yeter turist pohpohlamanız...’’

Bu arada hanımefendi de İngilizce bilmekte, bu sayede de ABD'nin dilinde konuşan ‘‘turist’’e haddini bildirmektedir.

* * *

Olay büyür. Ellerinde biralarıyla otobüse binmiş olan ‘‘taraftar’’ Türkler de hanımefendiye hak vermişlerdir. Evet, burası Türkiye'dir, nedir o öyle İngilizce konuşmaklar falan. ‘‘Hanımefendi’’ onların söylediklerini bir güzel İngiliz profesöre tercüme eder.

Profesör ‘‘Yes, but’’ falan demeye kalmadan konu Taksim'de döner bıçağıyla lince uğrayan İngilizler vakasına kadar gelir dayanır... Ayrıca tüm bu baş (hanımefendi, İngiliz profesör, Gürışık ve arkadaşı kadın) ve yardımcı rol oyuncularına (taraftar delikanlılar) İngilizce alerjisi olan diğer yolcu Türklerden oluşan bir de ‘‘koro’’ eklenir. Yolcu otobüsündeki durum böylece ‘‘postmodern dönem Türkiye trajedisi’’ halini alır.

Bu noktada, Gürışık ve arkadaşları otobüsten inmeye yeltenirler. Tam ineceklerken köylü olduğu kıyafetinden anlaşılan bir yolcu ‘‘Nerede kaldı bizim insanlığımız’’ türünden aslımızı hatırlatan sözlerle inmelerini engeller...

* * *

İşte böyle... Cumhuriyetin kuruluşunun 80'inci yılını kutluyoruz. Globalizm gereği çokkültürlülüğün tartışıldığı bir dönemdeyiz. Ama biz atlaya atlaya ilerliyoruz dönemler arasında. Önce iki kutuplu dünyada var olabilmek için konulan yasalar/kurallar, ardından 60'lı yılların sol rüzgárları, onlara alternatif düşük bıyıklı sağ rüzgárlar, yetmedi; askeri darbeler... Ardından ‘‘Rahmetli Özal’’ın toplumsal hafızamıza olumlu ve olumsuz katkıları... Şimdilerde Avrupa Birliği...

O hanımefendi kimdi acaba? Geçmişinde neleri savunmuştu? Acaba Mustafa Kemal'in kızı olmakla övünen bir hanım mıdır? Yoksa Devlet Bahçeli'ye oy veren... Yok yok, belki sol bir partimize oy verdi son seçimlerde. Hepsi olabilir, hiçbiri de olmayabilir. Tuhaf olan da bu zaten.

İdeolojiler bittikten sonra geriye hangi içi boşalmış cümleler kalıyor? 50'li yaşlarının ilk yarısında olan bir hanımefendiyi, holiganlarla aynı safa getiren nedir?
Yazının Devamını Oku

AIDS’li çocuk ve insan hakları sınavı

27 Eylül 2003
<B>PROF. Dr. Selim Badur </B>AIDS konusunda uluslararası araştırmaları olan bir bilim insanı. Türkiye'de AIDS konusunda üzerine otorite yok. <B>Prof. Badur </B>aynı zamanda AIDS Savaşım Derneği'nin de başkanı ve 6'ncı Türkiye AIDS Kongresi'ni onun başkanlığındaki ekip hazırlıyor.Prof. Badur'u arayıp lafı dolandırmadan sordum: ‘‘Kendi çocuğunuzu AIDS virüsü HIV taşıyıcısı küçük Y.O. ile aynı sınıfa yollar mıydınız?’’

Prof. Badur, ‘‘Evet, yollardım, çünkü nasıl bulaşacağını biliyorum. Benim de bir kızım var. Çocuklarımızı bilinçlendirdikten sonra sakıncası yok’’
dedi ve ekledi:

‘‘Etrafta hepatit gibi bilmediğimiz, hastalık taşıyıcısı milyonlarca çocuk var. Asıl riski başka yerde aramak lazım.’’

Ben de kendi çocuğumu Y.O. ile aynı sınıfa yollardım. Çünkü biliyorum ki HIV virüsü günlük yaşamda, aynı odada bulunma, aynı okulda okuma, aynı havayı soluma ile bulaşmaz. HIV sağlam deriden geçmez.

* * *

Bakın HIV'in bulaşmadığı başka durumlar neler:

Tükürük, gözyaşı, ter, aksırık, öksürük, idrar ve dışkı, el sıkışma, deriye dokunma, okşama, kucaklama, yanaktan ve elden öpme ile HIV bulaşmaz.

Yiyecekler, içecekler, çatal, kaşık, bardak, tabak, telefon ahizesi, tuvalet, musluk, duş, yüzme havuzu, deniz, sauna, hamam kanalıyla HIV bulaşmaz.

Sivrisinek ve diğer böceklerin sokması, kedi, köpek ve diğer hayvanlarla yaşamak AIDS bulaşmasına neden olmaz.

İlkokuldaki çocuğa sınıf arkadaşından HIV bulaşması için bir tek yol var, o da iki çocuğun ‘‘kan kardeşi’’ olmaya karar vermeleri. Ya da her ikisinin de tesadüfen aynı anda kanayan yaralarını durduk yerde birbirlerine sürtmeleri gerek!

Birkaç yıl önce kan kardeşi temalı bir banka reklamı doktorların uyarısı üzerine yayından kaldırılmıştı. Artık kan kardeşi modası yok. Öğretmenler ve anne babalar gereken uyarıları yapıyorlar.

HIV pozitif bir çocukla aynı sınıfta okuması, çocuğunuzu okul servisi ile okula göndermenin taşıdığı hayati riskin yanında solda sıfır kalır.

* * *

Küçük bir HIV taşıyıcısının başına gelenler Türkiye açısından bir insan hakları sorunu.

Y.O. ile aynı okula çocuklarını göndermeyip bilinçli olduklarını ileri süren veliler aslında özürlüleri de aynı şekilde dışlamaya eğilimli toplumumuzun parçası. HIV taşıyan çocuğun tecrit edilmesi isteniyorsa, bu tam bir toplumsal etik faciasıdır.

Cinsel yoldan bulaşma söz konusu olduğunda ‘‘Bize AIDS vız gelir’’ diyen bir toplumun HIV taşıyıcısı çocuğa gösterdiği tepkiyi sadece bilinçsizlikle açıklamak mümkün.

Anayasamızın Temel Hak ve Ödevler kısmında eğitim hakkı ve ödeviyle ilgili 42'inci madde ‘‘Kimse eğitim hakkından geri bırakılamaz’’ diyor.

Kopenhag Kriterleri'ni falan bırakın, buraya bakın. AIDS'li çocuk olayı Türkiye için bir düzey ve gelişmişlik sınavıdır.
Yazının Devamını Oku

Teknoloji merkezi olabiliriz

20 Eylül 2003
<B>AVRUPA </B>Birliği, iki ayağı üzerinde durmayı Fransa ve Almanya'ya borçlu. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ile Federal Alman Şansölyesi Schroder dün Avrupa Birliği'ne çağrıda bulundular. ‘‘Yatırımlarımızı bilgi teknolojilerine, telekomünikasyon projelerine, araştırma ve geliştirme ile ulaşım altyapısına yönlendirmeliyiz’’ dediler. Daha önce Berlusconi tarafından açıklanan öneride AB Dönem Başkanı İtalya, klasik altyapı yatırımlarına ağırlık vermişti. Chirac ve Schroder ise yeni teknolojileri ön plana çıkardılar.

Böyle olması, İtalyanların yeni teknolojilere kapalı oldukları anlamına gelmiyor. Uluslararası bir gazeteci grubu olarak önceki gün Roma'daki Carabinieri (jandarma) merkezini ziyaret ettiğimizde de gördük. Alfa-Romeo otomobile, BMW motosiklete binen yakışıklı Carabinieri'ler, hayatı onlarla birlikte dolaşan küçücük bir Siemens bilgisayar ekranından izliyorlar.

Diyelim ki tenha bir parkta yürüyen bir kadının çantasını kapkaççı çekiyor. Olayı uzaktan gören birisi cep telefonundan Carabinieri'nin acil numarasını çeviriyor. Merkez bilgisayardan en yakın ekibin tespit edilip olay yerine gönderilmesi an meselesi. Ve kapkaççı daha köşeyi dönemeden yakalanıyor. Roma'da sekiz bin polis aracı bu sisteme bağlı.

* * *

Yukarıda anlattığım sistemin benzeri daha dar kapsamlı olarak bizim Emniyet Teşkilatı tarafından kullanılıyor. Ancak Türkiye'de acil başvuru numarasını bilenlerin sayısı az. Bilenler de sanırım güven duygusu olmadığı için aramıyor.

Geçenlerde evimizin kapısını hırsız zorladı. Ben bile önce kişisel tedbirlerimizi aldıktan sonra 155'i çevirdim. İki dakika sonra devriye polis aracı kapımızdaydı! Olay anında numarayı çevirseydim, hırsız yakalanabilirdi.

* * *

AB'de geliştirilen bir başka proje de e-seçim. Seçmenler seçim sandığına gitmeden internet üzerinden oy verebilecek. Sırada elektronik kimlik kartı da var.

Avrupa Birliği teknoloji yatırımlarına hız verirken e-devlet uygulamaları neden ön plana çıkıyor?

Birincisi, teknoloji yatırımlarının ve ar-ge'nin artması hem ekonomiyi canlandırıyor, hem de AB'yi daha rekabetçi kılıyor.

İkincisi, devletler vatandaşlarına daha iyi hizmet veriyor.

Üçüncüsü ve bunlar kadar önemlisi, devlet bu sayede harcamalarını kısıyor.

Siemens Business Services'in Dünya Direktörü Paul Stodden'den öğrendiğime göre, Avrupa ülkeleri bilişim harcamalarının yüzde 19'unu e-devlete ayırıyor. Bu oran beş yıl sonra yüzde 36'ya ulaşacak.

Türkiye bu gelişmeleri izlemeye başladı. Stodden'e sorarsanız, Türkiye teknolojiyi önemli bir yatırım alanı olarak görmeye başlarsa dünyada önemli bir teknoloji merkezine dönüşebilir.
Yazının Devamını Oku

Borunun geçtiği yerde tezek yakılmaz

13 Eylül 2003
<B>ÇIRAĞAN </B>Oteli'nde bir öğleden sonra. Sultan Süiti'ndeki büyük dikdörtgen masada arkamı denize vermiş olarak oturuyorum. Benimle aynı konumda IBS enerji bültenini hazırlayan bir kadın araştırmacı var. Karşımızda yüzleri Boğaz manzarasına dönük olarak oturan dört kişi uluslararası camianın süzme isimleri. Tam karşıma ABD'nin eski AB büyükelçilerinden biri denk geliyor. Solunda dünyanın en büyük ilaç şirketlerinden birinin eski CEO'su, sağında çevre ve enerji konusunda dünyanın en önemli diplomatlarından biri var. Dördüncü katılımcı ise uluslararası Arap kuruluşlarında üst düzey görevler üstlenmiş eski bir Cezayir büyükelçisi.

Bu insanları bir araya getiren şirket BTC. Açık adıyla Bakü-Ceyhan Tiflis Boru Hattı Şirketi. Uluslararası deneyime sahip bu üst düzey heyet, BCT'nin bağımsız danışmanlık organı. Daha önce Azerbaycan ve Gürcistan'ı inceleyip rapor hazırladılar. Sıra Türkiye'de. Bunun için Ankara, Erzurum, Adana, İstanbul'da hükümet temsilcileri ve sivil toplum kuruluşlarıyla görüşmeler yaptılar. Amaçları güvenlik ve insan hakları bakımından Türkiye'yi incelemek. Bunun için sorular soruyorlar.

Örneğin, boru hattı güvenliği için kullanılacak olan jandarma güçleri başka alanlarda da kullanılabilir mi? Belli ki Kürt meselesinin alevlenmesi halinde boru hatlarının nasıl etkileneceği yatırımcılar açısından önemli bir soru. Ankara'daki temaslarında Genelkurmay, Jandarma Komutanlığı ve Milli İstihbarat'la da görüşmeleri bu yüzden. Ama bakış açısı sadece bu değil. Erzurum'da ziyaret ettikleri kuş cennetinin geleceği de onlar için önemli.

* * *

Sözü heyet üyelerine bırakırsak, Bakü-Tiflis-Ceyhan projesi tüm dünya için stratejik önem taşıyor. Ancak düzenli enerji arzı sağlanması yeterli değil. Projenin geçtiği ülkelerin ekonomik kalkınmasına ve demokratik kurumlarının güçlenmesine katkıda bulunması amaçlanıyor. Bakü-Tiflis-Ceyhan'ın dünyanın başka yerlerindeki büyük enerji projeleri için bir model oluşturması isteniyor. Projenin öncüsü olan BP, bu modelden daha sonra diğer yatırımlarında yararlanacak.

* * *

BTC danışman heyetinin ilginç bir saptaması daha var: Bir milyon varil petrolün ve büyük miktarda doğal gaz taşıyan borunun içinden geçtiği köyler tezek yakarak ısınıyorsa bu tezat mutlaka giderilmelidir!

BP ve ortakları yatırım yaptıkları yerlerin kaynaklarını ihraç ettikleri ülkelerde tüketicinin yüzünü güldürürken o kaynakların sahibi veya geçiş ülkesi olan yerlere katkı sağlamamış olmak gibi bir eleştiriyle karşı karşıya kalmak istemiyorlar.

Bakü-Tiflis-Ceyhan projesi arazi alımları, boru nakilleri, harfiyat ve kamp inşaatları ile adım adım ilerliyor.
Yazının Devamını Oku