24 Mart 2007
SON dönemlerde Türkiye’de yapılan bazı anketler halkın milliyetçilik duygularının yükseldiğini ortaya çıkarıyor. Bu durum bize özgü değil, aynı eğilim epeydir tüm dünyada var, küresel çağda bu tepki beklenmedik bir gelişme değildir. Ne var ki bu anketlerde elde edilen sonuçlar, başta CHP lideri olmak üzere seçime hazırlanan siyasetçileri tahrik ediyor. Sayın Baykal seçimlerde Avrupa Birliği (AB) aleyhtarlığı yapacağının işaretlerini zaten vermişti, ama açıkçası bunu bu kadar açık ve seçik olarak dile getirmesini beklemiyorduk.
AB’yi eleştirmek normaldir, ama AB üyeliğimizin ham bir hayal olduğunu ileri sürerek bir ulusa doğruyu söylememek, hele söz konusu olan sözde sosyal demokrat bir partinin lideri ise hiç normal değildir.
Bu söylemle Baykal’ın partisine kaç puan kazandıracağını seçimlerde hep birlikte göreceğiz.
* * *
Gelelim milliyetçiliğe. Önce kelimelerin ne ifade ettiğini iyi kavramak gerek. Avrupa ülkelerinde "milliyetçi" anlamına gelen "nasyonalist" sözcüğü Hitler’den bu yana ırkçılığı çağrıştırdığı için çok büyük bir çoğunluk tarafından lanetlenmiştir. Örneğin siz herhangi bir Batı ülkesinde -Fransa’daki Le Pen gibi aşırı sağcılar bir yana- "Ben sapına kadar nasyonalistim" diye ortaya çıkarsanız, aklınızdan kuşkulanıp size tuhaf tuhaf bakarlar.
Buna karşılık vatanseverliğin karşılığı olan "patriotism" iyi karşılanan bir duygudur. Avrupa Birliği içine dahil olmak, hiçbir üye ülkede bu duygudan vazgeçilmesi olarak yaşanmamıştır. Ortak AB pasaportu ya da ortak para Euro kimsenin kendi vatanına ve milletine olan aidiyetini zayıflatmamıştır.
Bu kısa yazıya sığmaz ama, Avrupa bu noktaya bizden farklı süreçler yaşayarak geldi. Hangi kökenden gelirlerse gelsinler, bir Almanın Alman olmakla, bir Fransızın Fransız olmakla sorunu yok, ama bizim var.
Türk halkında en cahilimizden en aydınına kadar vatana ait olma duygusu yeterince pekişmiş değil. Kimliği ile sorunlu bir milletiz. Özetlemek gerekirse ulus olma sürecini henüz tamamlamış değiliz. Hal böyle olunca da hem içte hem dışta kendimize sorun yaratıyoruz.
Söz gelimi bayraklar bu ülkede tepki olarak asıldığı ve öyle algılandığı sürece ulus sürecimiz de tamamlanmamış demektir. Bayrak asmak normal bir davranış olmalıdır. AB’nin kapısında da her üye ülkenin bayrağı dalgalanmaktadır.
* * *
Türkiye’de yabancı düşmanı ırkçı milliyetçilik yok olmaz, ama eğitim düzeyi ilerleyip, ülke dışa açıldıkça azalmaya mahkûm. Hrant Dink cinayeti bu zihniyetin en ilkel son çırpınışları. Yeter ki siyasetçilerimiz bu zihniyete çanak tutmasın...
Avrupa hedefi Türklerin ulus olma sürecinde önemli bir birleştirici adımdır. Sayın Baykal neyi "ham bir hayal" olarak nitelediğinin acaba farkında mı?
Yazının Devamını Oku 17 Mart 2007
BRÜKSELAVRUPA İş Zirvesi’nde Avrupa Birliği’nin 1 numarası Jose Manuel Barroso’yu dinlerken, Türkiye olarak gerçek AB gündeminin ne kadar dışında kaldığımızı görmek üzüntü vericiydi. Sanki AB’nin tek derdi bizmişiz gibi düşünüp bu gündemi kaçırmak bize çok pahalıya patlıyor.
AB’nin gerçek gündeminde iki konu var. Bunlardan birincisi araştırma ve geliştirme, kısaca AR-GE. Örneğin, küresel ısınma bile bu alanda gerekecek yeni teknolojilerde liderliği kapmak için bir fırsat olarak görülüyor burada.
İkinci gündem maddesi ise AB kurumlarının elden geçirilmesi. Buna AB anayasasının yeniden ele alınması da dahil. Roland Berger firmasının yaptığı araştırmaya göre Avrupalı CEO’lar, AB’nin yarattığı avantajlar sayesinde küresel düzeyde başarılarının arttığını düşünüyorlar ama AB kurumlarını kendilerine çekidüzen vermeye davet ediyorlar.
Özetlersek, AB iki yıl önce Fransa ve Hollanda’da AB anayasasının referandumla reddedilmesinin yarattığı şoku atlattı. AB ile gurur duymak, AB’ye güvenmek... İş zirvesinde bunlar konuşuluyor.
* * *
AB Komisyonu Başkanı Barroso’ya göre AB şu anda çok iyi bir noktada ama rehavete kapılmamalı. Üye ülkelerin araştırma geliştirmeye ayırdıkları payı artırmaları gerekiyor ki, en az AB toplam iç hasılasının yüzde 3’ü oranına ulaşılsın.
ABD’nin AR-GE’ye ayırdığı para AB’nin beş katı. AB, bu seviyeye ulaşmak bir yana geçmeyi planlıyor. Şimdiye kadar AR-GE’yi desteklemek için uygulanan çerçeve programların en kapsamlısı olan 7. Çerçeve Programı ile AB tam anlamıyla bir atağa kalkacak.
Barroso şu soruyu da soruyor: AB için küresel dünya sahnesinde önemli bir rol istiyor muyuz? O zaman kurumlarımıza buna uygun donanımı vermeliyiz. Üye ülkelerin küresel dünyaya karşı AB’ye ihtiyaçları var.
Peki ya Türkiye’nin, bizim AB’ye ihtiyacımız yok mu? AB bunları tartışırken Türkiye ne yapıyor? Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan’ın AB turuna çıktığı zamana denk gelen ve hem AB’nin önde gelen politik çevrelerini hem de AB iş dünyasını bir araya getiren bu zirveye hiçbir Türk siyasetçi katılmıyor.
* * *
AB İş Zirvesi’nde gözlerim Türkleri aradı. Keşke Babacan orada olabilseydi. Çok iyi bir izlenim yaratabilirdi. Örneğin, bizim gibi aday ülke Hırvatistan’ın Başbakanı açılış konuşmasını yapanlardan biriydi. Arcelor Mittal’den Nokia’ya pek çok büyük şirketin CEO’su oradaydı. Yüzlerce Avrupalı CEO orada iken Türk iş dünyasının önde gelen isimlerinin hiçbiri de bu çok önemli fırsatı değerlendirmemişti.
Türkiye, AB ile ilişkisini daha gerçekçi bir zemine oturtmak zorunda. Buna Ankara da dahil, Türk iş dünyası da, Türk medyası da. Avrupa platformlarından kendimizi geri çekerek hiçbir yere varamayız.
Yazının Devamını Oku 10 Mart 2007
ÇOCUKLUĞUMUN Cumhuriyet balolarının yapıldığı Ankara Palas’ı kim elden geçirmişse çok güzel olmuş. 2007 yılının Kadınlar Günü’nde bazı kadın sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin oraya çağrılmaları ise başlı başına bir olay. Küçük bir kızken elimde bir sepet, girişteki bugün artık Devlet Konuk Evi olan bu binanın büyük salonunda Türk Kadınlar Birliği’nin düzenlediği piyangonun numaralarını dağıttığımı hatırlıyorum.
Türk Kadınlar Birliği’nden bu yana toplum ve kadın hakları söylemi çok değişti, Türk Kadınlar Birliği devletin öncülüğünde kurdurulmuştu. Keşke "siyaset", öyle ya da böyle bu işe Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki gibi bakmayı sürdürebilseydi.
Atatürk dünyada kotayı belki de ilk uygulayan liderdi. O’nun ardından 80’lere kadar süren uzun sessizlik döneminden sonra da siyaset kadınları yalnız bıraktı. 80’lerden itibaren bayrağı sivil toplum aldı, ama arkasında siyasi bir destek bulamadı. Bu süreçte özellikle de Türk sosyal demokratlarının daha doğrusu bugünkü CHP’yi yönetenlerin kadın siyasetçilerin arkasında durmayışı bizi bugün Meclis’inde kadın sayısı en az olan ülkelerden biri haline getirdi.
* * *
Devlet Bakanı ve AB Başmüzakerecisi Babacan, Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Margot Wallström onuruna Ankara Palas’ta bir akşam yemeği verdi. Biz de konuklar arasındaydık. Babacan’ın da sofradaki konuşmasında dediği gibi, AB süreci kadın sorunlarına çözüm üretmede önemli bir çerçeve oluşturdu. Ve Babacan kadına karşı şiddetin çözüm bekleyen önemli bir konu olduğunu da söyledi. Ankara Palas’ta kadına karşı şiddeti konuşmak... Türkiye gerçekten çok değişti.
AB Başkan Yardımcısı, İsveçli sosyal demokrat kadın siyasetçi Margot Wallström Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini tangoya benzetiyor. İki adım ileri bir adım geri... İçimden mehter yürüyüşünü hatırlayıp gülümsüyorum ama tangoda bir de üç seri adımla ilerlenen bir başka figür de varmış. Margot Wallström üç kısa adımla ilerleyebileceğimize inandığını söylüyor.
* * *
Ertesi gün Bilgi Üniversitesi’nde yine Wallström’le bu kez AB Sürecinde Kadın konulu paneldeyiz. Türkiye’nin AB’de olması gerektiğini söyleyen Wallström kendi ülkelerinde de kadının sosyal ekonomik ve politik hayatta eşitliğin henüz uzağında olduğunu anlatıyor. Orada da yapacak çok şey var.
Seçimlerde yüzde 33 kadın kotası için kampanya yapmaya hazırlanan Kadın Adayları Destekleme Derneği gibi kuruluşlara ise Wallström İsveç örneğini anlattı. 80’lerin başında kadınların meclisteki sayısının düşmeye başladığını gören İsveçli kadın örgütleri seçimler öncesi bir "Kadın Partisi" kurma tehdidiyle ortaya çıktılar. Sonuçta bu parti seçimlere girmedi, ama tüm partileri kadın aday göstermeleri için hizaya getirdi.
Umarız önümüzdeki genel seçimlerde Türkiye’deki partiler bizim kadın kuruluşlarını Kadın Partisi kurmak zorunda bırakmayacaklar.
Yazının Devamını Oku 3 Mart 2007
ÖNCE Başmüzakereci Babacan, "Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği için tarih öngörülmeli" diye demeç verdi. Ardından Türk medyasından aralarında benim de olduğum bir grup, geçen hafta TRT'nin "Konuşuyorum" programında 2014 yılını telaffuz ettik. Derken Mustafa Koç 2014 dedi ve TÜSİAD Başkanı Yalçındağ'ın desteğini aldı. Bu, şu anlama geliyor: Türkiye'de hükümet, medya ve iş dünyası 2014 tarihi üzerinde birleşiyor.
Diyeceksiniz ki bu hedef için ne yapılıyor? Ankara ve Brüksel'deki temaslarım sırasında gördüğüm, ilişkiler buzdolabında falan değil. Müzakere konularında Kıbrıs nedeniyle açılamayan başlıklar olmasına rağmen Ankara kendi tarafında sanki her şey olağan sürüyormuşçasına tüm hazırlıkları takvime bağlı olarak tamamlamaya çalışacak. Brüksel tarafında ise AB Komisyonu'nun ciddi gayretleri sürüyor. Öyle ki AB gazetecileri Türkiye hakkındaki önyargılarından nasıl arınsın diye bizim yerimize komisyondakiler düşünüyorlar.
AB ülkelerinin pek çoğundaki seçim havası nedeniyle ilişkilerde heyecanlı bir atılım olması mümkün değil; ama bu sakin dönem sonunda kayıp hanesine yazılmayacak.
* * *
Diğer taraftan da Türk sivil toplumu, çok renkli ve farklı projelerle AB halklarının önüne çıkmaya hazırlanıyor. Doğa Derneği'nin Avrupa Parlamentosu'nda sergisi var. TR Plus ise bu projeye genç yönetmenlerin çevre konusundaki kısa filmleriyle katılacak. Yine TR Plus, Türk resminin büyük ismi Burhan Doğançay'ın dünya duvarlarında fotoğraflarını Avrupa Parlamentosu'nda sergilemeye hazırlanıyor. TÜSİAD'ın sonbahardaki Türk Haftası, bu yıl zengin projelere gebe. AB başkentindeki projelerde oradaki Türk kökenli milletvekillerinin rolü büyük. Bunun da kıymetini bilmeliyiz.
Türkiye'nin AB üyeliği hedefine kilitlenmesini neden istiyoruz?
Dilara'lar rögar çukuruna düşüp ölmesin diye istiyoruz. Evlerimiz başımıza yıkılmasın diye istiyoruz. Müslümanlar ile Hıristiyanlar birbirinin boğazını sıkmasın, dünya her anlamda herkes için daha güvenli bir yer olsun diye istiyoruz.
Ayrıca AB üyeliğini Türkiye'de seçim barajı insin, parti içi demokrasi gelsin diye istiyoruz. Türkiye'de Avrupalı sol partilerin muhatabı olsun diye istiyoruz. Çünkü bugün artık AB'deki sosyal demokratlar, CHP'yi söylem olarak kendilerine çok uzak buluyorlar. Oysa AB'de en büyük destekçimiz hep sosyalistler oldu. Bugün ise Türkiye'de kiminle konuşacaklarını bilmemekten yakınıyorlar.
* * *
Geçenlerde AB ülkelerinde seçilmiş 24 Türk kökenli milletvekili, CHP'yi ziyaret etti. Neden sizde bu kadar az kadın milletvekili var diye sordular. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, yarısı kadın olan bu siyasetçilere ne yanıt vermiş dersiniz? Onur Öymen demiş ki, "Bizdeki bir kadın, sizin 10 kadınınıza bedeldir".
Siyaset insanlarımız, hele hele sol bir partide böyle tuhaf şakalar yapmak durumunda kalmasınlar diye AB'yi istiyoruz.
Yazının Devamını Oku 24 Şubat 2007
DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül ile bu yıl 15’incisi düzenlenen Türkiye-Avrupa Birliği Gazeteciler Konferansı sırasında kapsamlı bir görüşme yaptık. Gül’e Hrant Dink’in cenazesinde taşınan "Hepimiz Ermeniyiz" pankartı için açılan yeni soruşturma ile bir kez daha dünya aleme rezil olmamıza yol açan 301. maddenin ne olacağını sorduk.
Dışişleri Bakanı birkaç hafta içinde bu konunun çözüme ulaşacağını açıkladı.
Umarım bu söz tutulur, aksi halde hükümet, bir cenaze töreninde kendini hayatını yitirenin yerine koyarak ülkemizin en eski cemaati ile duygu paylaşımına giren on binlerin sergilediği yüce tavrı anlamaktan aciz zavallılar ile onları kışkırtanların tarafına geçmiş sayılacak.
Türkiye-AB ilişkileri için harcanan emekler bir anda havaya uçabiliyor. Bir çuval inciri berbat etme durumu sadece bizde değil, AB tarafında da var. Türkiye AB’nin 15 Aralık zirvesinde Kıbrıs konusunda haksızlığa uğradı. Bunun AB de farkında. Hal böyle iken Ankara bu ortamdan yararlansın, kendi kalesine gol atmasın istiyoruz.
* * *
Türkiye-AB Gazeteciler Konferansı çerçevesinde Ankara Üniversitesi Avrupa Araştırmaları Merkezi ATAUM’da düzenlenen panelde ise Türkiye’nin AB’de, AB’nin Türkiye’de nasıl algılandığını tartıştık. Örneğin AB medyasındaki Türkiye fotoğrafları çoğunlukla önyargılı, genç ve dinamik bir toplumu yansıtmaktan çok uzak.
AB’deki Türkiye konusundaki ezberi bozmak için ne yapılmalı? İşe buradan başlamak gerek. Bu açıdan Başbakanlık Başdanışmanı Ahmet Sever’in girişimiyle Avrupa parlamentolarındaki eskiden Türk vatandaşı olan 24 milletvekilinin bugün başkente davet edilmiş olmaları önemli bir adım. Bu genç siyasetçileri bir araya getirmek ve onları sadece dinleyip diyaloğa girmek bile iletişimdeki gerçek sorunların tespitinde yardımcı olacaktır.
* * *
Avrupa Birliği’nin Türkiye’de bir imaj sorunu olduğuna inanmak zor. Nereden nereye... Sanki 70’li yıllara geri döndük. 2000’lerin başındaki yüzde 70-80’lik halk desteği hızla yüzde 50’nin altına geriledi. Üstelik önümüzdeki seçimlerde AB karşıtı sloganlarla oy avcılığına çıkılacağının tüm işaretleri mevcut.
2002’deki seçimlerdeki olumlu havadan bugünlere nasıl gelindi?
Desteğin azalmasında AB’nin gerek buradaki geçmiş kimi temsilcilerinin "yukardanlık taslayan" tavırları, gerek Avrupa Parlamentosu’nun ve Avrupa Konseyi’nin bazı kararları, ama en çok da münferit AB’li liderlerin uluorta söyledikleri ırkçılık sınırını zorlayan sözlerin de etkisi var. Böyle bakınca AB’nin bir anlamda kendi kuyusunu kazdığı söylenebilir.
Özetle, varılan noktada ne Türkiye’nin ne de AB’nin elleri temiz...
AB ile ilişkilerimizin daha fazla yıpranmaması için kamuoyu önderlerine her iki tarafta da görev düşüyor. Türkiye-AB Uyum Komisyonu üyesi Edirne milletvekili Necdet Budak’ın dediği gibi, AB’ye girmek Türkiye için partiler üstü "ulusal" bir proje, Türkiye’yi içine almak ise AB için küresel bir güç olma kararıdır.
Yazının Devamını Oku 17 Şubat 2007
YARIYIL tatilinde oğlumu da peşimden Brüksel’e sürükledim. AB’nin merkez binalarını ve Schuman Meydanı’nı tavaf ettikten sonra dinozor müzesinde 6 saat geçirmemize şaşmamak lazım. Birincisi sekiz yaşında bir çocuk için ne denli sıkıcı ise diğeri o kadar heyecanlı. Belçika kömür madenleri kazılırken bulunan gerçek dinozor iskeletlerinin sergilendiği bir müze var Brüksel’de. Belki bilirsiniz, Belçika’ya ilk giden Türkler kömür madenlerinde çalıştılar, muhtemelen dinozor keşfinde onların da payı var.
O gün bugün Belçika maden ocakları kapandı, madenci Türkler emekli oldu, çocukları Belçika’ya bakan oldu, banka müdürü oldu, doktor oldu. Bizim burada ise "çağdaş dino"lar amip gibi çoğaldı.
Çocukların dünyasında sevimli yaratıklara dönüşen dinozorlara haksızlık ediyor olabiliriz ama bizim dinolar tehlikeli. Özellikle de iki seçimli bir yıl olan 2007’de bunların amip gibi çoğalıyor olmasının tek bir nedeni var, o da siyasetçilerin izlediği popülist politikalar. İnsanların yüreğine korku salıp kirpi gibi dikenlerimizi çıkararak içe kapanmamızın adına milliyetçilik diyenlere de katılamıyorum. Milliyetçiliğin yükselişi değil, korku kültürünün egemen oluşu bu.
Avrupa Parlamentosu’nun da ve bazı kalabalık ağızlı AB politikacılarının bu çoğalıma bıkıp usanmadan mesnet yarattıkları da bir başka gerçek. Bu "paradoks"un AB farkında mı acaba? Bir taraftan Türkiye’de AB karşıtlığının arttığından söz ediyorlar, diğer taraftan da çifte standartlı tutumlar, özellikle Kıbrıs gibi hassas konularda sürüyor. Böylece Türkiye’deki AB karşıtlarının ekmeğine yağ sürüyorlar.
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, Brüksel temaslarında seçim sırasında bazı çevrelerin AB karşıtlığını kullanacağını söyledi. Seçimi beklemeye gerek yok, bu zaten başladı.
* * *
Türkiye, Babacan’ın deyimiyle rüzgára karşı yelken açtı AB ile ilişkilerinde. Brüksel’deki Daimi Temsilcimiz Büyükelçi Volkan Bozkır’dan dinlediğime göre Türkiye, müzakereler tüm başlıklarda açıkmış gibi hareket etme stratejisini uyguluyor. Mesaj açık: "Biz kendimize düşeni yapalım, gerisi onların sorunu..."
AB tarafı ise müzakereleri kesmeyip yeni başlıklar açarak ilişkilerin kopmaması için mücadele verildiği izlenimini yaratmaya çalışıyor. Genel beklenti ise seçim atmosferi nedeniyle 2007’nin AB ile ilişkilerde büyük taşların oynadığı bir yıl olamayacağı şeklinde. Oysa ne çabuk unuttuk; idam cezasının kalkması, Kürtçe öğrenim özgürlüğü gibi önemli başlıklar da dahil olmak üzere Türkiye-AB ilişkilerinin en önemli kararları 2 Ağustos 2002’de, tam da seçim öncesi alınmadı mı bu ülkede?
2007, AB açısından çok sürprizli bir yıl da olabilir.
Oğluma gelince, Brüksel’i gördükten sonra Türkiye’de bir dinozor müzesi açılmasını istiyor. Bakın işte bunu yürekten destekliyorum!
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2007
ORTALIĞI bulandırmak için medya yoluyla dolaşıma sokulan yalanlara iletişim dilinde "dezenformasyon" denir. Son yıllarda internet sayesinde "dezenformasyon çağı"na girdik. Bu hafta aklı başında bir kadın arkadaşım, bana bir Rotaryen grubu kanalıyla kendisine ulaşan e-postayı gönderdi. Belli ki e-postanın içeriğine kendisi de inanmıştı.
E-postada aynen şöyle deniyordu:
"YORUMSUZ: Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi'nin 'Türkiye' başlıklı bölümünden:
Madde: 23 '...Müzakereler sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya Güneydoğu bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağına...'
Ve bu sözde alıntının hemen altına bir de not düşülmüş:
ÖNEMLİ NOT: Lütfen yurtseverlik görevinizin gereği bu durumdan herkesi haberdar edin... Türkiye üzerine oynanan oyunları herkes öğrensin..."
* * *
Beni en çok bu korkunç dezenformasyona sorgusuz sualsiz inanan insanların seviyesi ve çağrının yurtseverlik bağlamında yapılması etkiledi.
Oturup hemen bir cevap yazdım:
"1. Türkler olarak bize her söylenene kanan saf bir milletiz, 2. Araştırma yapmayı sevmiyoruz, 3. Merak düzeyimiz gelişmemiş, 4. Hálá söylenceler çağında yaşıyoruz, 5. Yurtseverlik daha az saf olmayı, daha akıllı olmayı, araştırma yapmayı, meraklı olmayı, söylence çağından çıkmayı da gerektirir. Gerçekten yurtsever iseniz bu metnin doğru olup olmadığını araştırın. AB bilgileri, hele hele bir zirve bildirgesi söz konusu ise kendi sitesinde apaçık yayınlanır..."
* * *
Türkiye’de milliyetçiliğin paranoya düzeyinde geliştiğini söyleyenler haklı mı? En azından yukarıda alıntıladığım dezenformasyona inanma potansiyelimiz paranoyayı kanıtlar nitelikte.
Oysa bizim ihtiyacımız olan paranoyak milliyetçilik hiç değil. Bu ülkeye olan aidiyetimizi modern dünyadakine eşdeğerde yeniden tanımlamamızda ve çağdaş bir düzeye çekmemizde sonsuz yarar var. Türkiye’nin kavram kargaşası yine tavana vurmuş durumda. Aydınların bir kısmı, kendi milliyetinden ve geçmişinden nefret eder halde.
Modern çağda modern duruşlu bir yurtseverlik tanımı yapıp bunu savunmak lazım.
Avrupa’da milliyetçilik ve ayrımcılık yükselişte. Bununla baş edebilmek için de kendi kimliğinden emin olan modern yurtsever bir duruş gerekiyor. Geçmişini bilen, bu geçmişin olumlu yönleriyle gurur duyan, başı dik aydınlara ihtiyacımız var.
Türkiye’ye olan aidiyetimize akılla sahip çıkmak durumundayız. Bugün Avrupa’nın ister çevre konusunda olsun, ister refah düzeyinde olsun verdiği kavga, yaşanabilir ortak yaşam alanı yaratmak amacını taşıyor. Bunu iyi anlamalıyız. Türkiye olarak AB’de olsak da olmasak da biz de aynı ortamı kendi topraklarımız üzerinde yaratmalıyız.
Yazının Devamını Oku 3 Şubat 2007
HRANT Dink cinayetinden çocuk pornosuna, boşanmalardan kredi kartı soygunlarına kadar son günlerde gündemimizi işgal eden hemen her konunun bir internet bağlantısı var. Türkiye gibi bir ülkede hızlı iletişime altyapısız yakalanmanın iyi ve kötü yanları olması doğal. Türkiye’de 19 milyon MSN kullanıcısı olduğunu öğrenmek, benim gibi sizi de şaşırtabilir. MSN, Microsoft firmasının anında "chat"leşme yani karşılıklı olarak yazılı sohbet programına verilen ad. Ayrıca MSN kullananlar, sistem kapalı iken de elektronik posta alma imkánına sahipler.
Ortalama eğitim düzeyi beş yılı aşmayan 70 milyonluk bir ülkede, 19 milyon MSN’ci olması çok yüksek ve bir o kadar da anlamlı bir rakam. 19 milyon kişi MSN’den ne konuşur, birbirine ne anlatır? Şimdilik bu sorunun güvenilir bir yanıtı olması için yeterince araştırma yapılmış değil. Tek bildiğimiz, akşamları televizyonda seyrettiklerimizin binlerce katının internette dolaşıyor olması.
* * *
Yeterli eğitim ve donanım olmayınca Türkiye’nin "saf" insanları internetteki yazışmalardan çok çabuk etkileniyor. Hep suçlu arıyoruz; ama bizim gibi aşamalardan geçmeden bilgi teknolojilerine bu kadar hızlı giren bir ülkede böyle olması normal. O halde buradan çıkması gereken sonuç nedir? Herhalde internet kafeleri kapattırmak değil. Bu yüksek, hızlı ve etkin iletişim ortamını iyi şeyler için kullanmaya Türkiye’nin tüm kurumlarıyla kafasını yorması gerekiyor.
Madem ki internet ve MSN kullanım rakamları, bize insanlarımızın bilgi teknolojileri üzerinden bilgi almaya açık olduklarını gösteriyor, o zaman neden bu ortamdan yararlanılmasın? Örneğin, turizmde internetten rezervasyon oranı yüzde 22. Hem devlet, hem sivil toplum kuruluşları, hem de ticari kurumlar internetin oluşturduğu fırsatları kaçırmamalı.
* * *
Gazetelerin internet üzerinden takibi de iyi incelenmesi gereken bir olgu. Okur kendi gazetesini oluşturuyor. Herkes kendi genel yayın müdürlüğünü yapıyor.
Geçenlerde karşılaştığım bir okurum, benim İsmet Berkan ve Oray Eğin ile aynı gazetede yazı yazdığımı sanıyordu. İsimlere bir itirazım yok; ama okurumun bu algıya nasıl sahip olduğunu araştırdım ve internet faktöründen kaynaklandığını anladım. Okur kendi seçtiği yazarları okuyor ve hepsini aynı sanal gazetede bir araya getirmiş. Ayrıca Hürriyet’te sadece cumartesileri yazmama rağmen her gün yazdığımı ileri sürenler de var. Bu kişiler de internet okuru, yeni yazıya bakarken tarihe bakmadan eskilerini de tıklayanlar.
Öte yandan internetteki "Forum"larda entelektüel düzeyi çok yüksek tartışmalar geçiyor. Biz bu yeni Türk insanını gerçekten tanıyor muyuz? Birbirimizi gerçekten tanımaya hiçbir zaman fazla hevesli olmadık, umarım internet bağlamında da aynısı olmaz.
Yazının Devamını Oku