Hayatta başımıza iyi, kötü pek çok şey geliyor. İyi olanları olması gerekenmiş gibi kabullenip mutlu olurken, kötü olanlara üzülüp, kızıp isyana yaklaştığımız bile oluyor.
Ve o malum soruyu soruveriyoruz hemen: "Niye ben?"
ugüne kadar sizin de benim de sayısız kez bu kısacık ama içinden çıkılmaz soruyu kendimize sorduğumuz olmuştur. Oysa hayatın öyle bir akışı, dengesi var ki iyiler ile kötüler bir arada olmak zorunda. Ancak başımıza istemediğimiz olaylar geldiğinde buna soğukkanlılıkla yaklaşmak pek kolay olmuyor haliyle... Tam da bu düşünceler içindeyken güzel kalpli arkadaşım Ceyda sayesinde okudum bu anekdotu.
Mayıs ayındayız. Ayların en güzelinde... Kimbilir, kaç Mayıs daha yaşayacağız hayatımızda? İyisi mi, hangi ruh hali ya da durum içinde olursanız olun kötünün içindeki hayrı, iyiliği görün. Göremeseniz bile isyan değil, kabul edin. İnanın, hayatınız daha farklı olacak.
Ne olacaksa olacak!
Efsane Wimbledon tenis oyuncusu Arthur Ashe, AIDS’e yakalanmıştı. Dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağıyordu. Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu:
"Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?"
Arthur Ashe, buna şu cevabı verdi:
"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisi öğrenir, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50’si Wimbledon’a kadar gelir, 4’ü yarı finale ve 2’si finale kalır.
Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı’ya ’Neden ben’ diye hiç sormadım. Ve bugün sancı çekerken, Tanrı’ya ’Niye ben’ mi demeliyim?"
Mutluluk, insanı tatlı yapar.
Zorluklar, güçlü yapar.
Hüzün, insan yapar.
Yenilgi, mütevazı yapar.
Başarı, insanı ışıldatır.
Ama yalnız Tanrı yolumuza devam etmemizi sağlar. Tanrı’ya asla "Niye ben" diye sormayın.