Ünlü maestro Rengim Gökmen... Klasik müzik sorgulatır ve hatta yıpratır

Ankara’nın tarihi Sıhhiye semtinde bir apartmanın birinci katından dışarıya sesler taşıyordu; bir yanda opera provası yapan bir anne, diğer yanda tiyatro çalışan bir baba… Cumhuriyet’in yetiştirdiği en önemli orkestra şeflerinden Rengim Gökmen’in böyle bir evden çıkması tesadüf olamazdı herhalde! Ödüllerine en son geçen hafta And Vakfı 36. Onur Ödülü Altın Madalyası’nı ekleyen Gökmen, “Klasik müzik eğlendirmez. İnsanı düşündürtür, geçmişini sorgulatarak geleceğe hazırlar. Hatta bazen insanı yıpratır bile, çünkü ruhun duyabileceği her türlü duyguyu müzikle yansıtabilirsiniz” diyor...

Haberin Devamı

1) Onu Ankara’da, mezun olduğu Ankara Devlet Konservatuvarı’nın yeni binasında yakaladım. Hacettepe Senfoni Orkestrası Salonu’nda ders çıkışında…  Ayağının tozuyla, Zülfü Livaneli’nin meşhur Royal Albert Hall’daki konseri için Kraliyet Filarmoni Orkestrası’nı yönettiği Londra’dan henüz gelmişti. Ertesi günse Ankara’nın köklü kültür kurumlarından Sevda Cenap And Müzik Vakfı’nın 36. Onur Ödülü ‘Altın Madalyası’nı alacaktı. Gökmen, tarihi And Evi’ndeki törende müzik aşkının yıllar önce burada başladığını da anlattı. Henüz 12-13 yaşlarındayken, 1960’lı yıllarda annesinin onu getirdiği 20. yüzyılın en büyük piyanistlerinden Sviatoslav Richter konserinden öyle etkilenmişti ki… Bu mütevazi salondaki konserden çıktıktan sonra hayatını klasik müziğe adayan Rengim Gökmen bugün dünyaca tanınan, önemli orkestraları yönetmiş, Cumhuriyetimizin yetiştirdiği en önemli orkestra şeflerinden biri... Kendi hikâyesi de aslında bir Cumhuriyet mucizesinin eseri. Şimdi zamanı biraz geriye sarıyoruz…

Haberin Devamı

Ünlü maestro Rengim Gökmen... Klasik müzik sorgulatır ve hatta yıpratır
Fotoğraf: Rıza ÖZEL

OPERACI MUAZZEZ İLE TİYATROCU MUZAFFER…

Sene 1930’lar… Genç başkent Ankara’nın, 1936’da kurulmuş yeni konservatuvarında iki öğrenci karşılaşıyor. Biri Ispartalı Muazzez Ünal. Aydın, dul bir annenin kızı olarak henüz 7-8 yaşlarında geldiği Musik-i Muallim Mektebi’ni bitirdikten sonra Şan Bölümü’nü kazanmış. Diğeri Muzaffer Gökmen. O da Bursa Lisesi’nden sonra içinde geometri ve cebir barındırmayan bir meslek arayışında, bir kamyon sırtında iki günde geldiği Ankara’da konservatuvar sınavını kazanıp Tiyatro Bölümü’ne girmiş. Yemekhanede başlayan dostluk hayat boyu beraberliğe dönüşüyor. Mezuniyetten sonra evlenip İtalya’ya gidiyorlar. Muzaffer Bey İtalya Sinema Akademisi’nde rejisörlük, Muazzez Hanım da şan öğretmenliği üzerine eğitim alıyor. Sonrasını Rengim Bey’den dinleyelim: “1950’lerde Türkiye’ye dönüyorlar ve ‘Artık bir çocuğumuz olsun’ diyorlar. 1955 yılında ben doğuyorum! İsmimi annem koymuş. Değişik isimlere merakı vardı. Başta ‘Rengin’miş, sonra ‘Rengim’e dönmüş. Hayat boyu karışıklıklara maruz kaldım; Rengin, Engin, Zengin, Dengin! Ahmet Adnan Saygun Hoca anneme ‘Ne güzel isim Rengim; kızın olursa da ismini ‘Sesim’ koy demiş. Ben de kendi kızıma ‘Sesim’ ismini koydum.” 

Haberin Devamı

Ünlü maestro Rengim Gökmen... Klasik müzik sorgulatır ve hatta yıpratır
Sene 1981-İstanbul AKM’de (Beethoven çalışmaları sırasında) /Sene 1955-Baba Muzaffer, anne Muazzez Gökmen ile bebek Rengim

PİYANO TUŞLARI OYUNCAĞIMDI

Gökmen’in çocukluğu Ankara’nın merkezi Sıhhiye ve Kolej civarında tam bir mahalle kültürü içinde geçiyor. Baba tiyatro, anne opera sanatçısı olunca evin içi de renkli oluyor! Gökmen anlatıyor: “Evimiz Sağlık Sokak’ta, birinci kattaydı ve dışarı taşan opera aryaları, tiyatro replikleri bilmeyenlere tuhaf gelirdi. Arkadaşlarım ara sıra dalga geçerdi! Tabii annemin şan dersleri beni müziğe çok aşina yaptı. Evde piyano vardı. Doğduğum andan itibaren o piyanonun üzerinde tepinmeye başlamıştım. Annemin zoruyla bir süre Mithat Fenmen’in stüdyosuna da gittim. İlkokul dördüncü sınıfa kadar, TED Ankara Koleji’nde okuduktan sonra konservatuvara girdim. O dönemler asıl merakım toptu; futbol, basketbol, voleybol… Müziğe çok merakım yoktu çünkü etrafta çok daha eğlenceli oyuncaklar vardı. Piyano başında geçirilecek saatlerdense mahalle arkadaşlarımla sohbeti tercih ederdim! İlk yıllarda çok parlak bir öğrenci de değildim doğrusu… O zamanlar YouTube, televizyon filan olmadığından insanın hevesi de uyanmıyordu.”

Haberin Devamı

Ünlü maestro Rengim Gökmen... Klasik müzik sorgulatır ve hatta yıpratır
Sene 1984-Litvanya Devlet Orkestrası’nı yönetirken.../Sene 1960-Sağlık Sokak Ankara

2) ORKESTRA YÖNETMEK UÇMAK GİBİDİR

Onu müzik dünyasının içine çeken unutamadığı iki konser olmuş. Biri, yıllar sonra And Evi’nde anlattığı, 1968 yılında gerçekleşen Sviatoslav Richter konseri. Diğeriyse Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) salonunda Los Angeles Filarmoni Orkestrası’nı yöneten Zubin Mehta yönetimindeki Suna Kan konseri… Rengim Bey anlatıyor: “Konser çok kalabalık olduğundan annemle ancak orkestra arkasında yer bulabildik. Bütün konser hayranlıkla orkestra şefini izledikten sonra ‘Ben bu işi yapmalıyım’ dedim. Şefin gençliği, karizmatik duruşu, müziğin parmaklarıyla şekil bulması sadece beni değil herkesi etkilemişti. Bütün orkestrayı avucunda tutarak müziğe şekil verme güdüsü çok keyiflidir. Bir nevi uçmak gibi… Müziğin kanatlarında yükselirsiniz. Konser çıkışında Zubin Mehta’ya bir program imzalatmıştım. Yıllar sonra, ben Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü’yken, Mehta Viyana Filarmoni Orkestrası’nın şefi olarak Aspendos’a geldi. Ona bu hikâyeyi anlattığımda duygulandı.”

Haberin Devamı

3) İLK DERSTEN ZAYIF ALDIM

Elinden tutan kıymetli hocaları da vardı; Nimet Karatekin, İlhan Baran ve Ahmet Adnan Saygun. Gökmen devam ediyor: “İlhan Baran, Adnan Saygun’un ilk kuşak öğrencilerindendir. Baran, ilk karşılaşmamızda bana düşük not verdi. Hiç beklemediğimden şok oldum! Ertesi derse çok iyi hazırlandım. İkinci seferde iyi not aldıktan sonra bir daha irtifayı kaybetmedim. Sezon sonunda hem Saygun’un hem de Baran’ın ilgisini çekmiştim. Saygun beni çok erken yaşta kompozisyon sınıfına almak istedi. Annem yaşım küçük olduğundan başta tereddüt ettiyse de Saygun ‘Yapar, yapar’ deyince onun sınıfına girdim. Bu iki deha ile birlikte erken kaybettiğimiz annem ve müziğe çok meraklı babamın kanatları altında kompozisyon ve müzik üzerine hırs yaptım. O dönemin bütün hocalarının yaşamımda önemli yeri oldu. Hepsiyle yakınlığımız ömür boyu sürdü. Ankara’da CSO da bir okuldu. Mahalle arkadaşlarımla giderdik. Devlet Tiyatroları ile Devlet Opera ve Balesi de Ankara yaşantısında herkesin kolay ulaşabildiği ve hepimizin devamlı izlediği kurumlardı.” 

Haberin Devamı

Ünlü maestro Rengim Gökmen... Klasik müzik sorgulatır ve hatta yıpratır

4) ŞEFLİĞİ SEÇİNCE HOCAM KÜSTÜ

Kompozisyon ile orkestra şefliği arasında bir tercih yapması gerekiyordu… Gökmen, “Orkestra şefliğini seçince İlhan Baran beni biraz aforoz etti, çünkü o benim besteci olmamı istiyordu” diye devam ediyor: “Orkestra şefliği bölümüne girdiğim sene bir devlet bursu kazanarak yurtdışına gittim. Ondan sonra yolum tamamen orkestra şefliğine döndü. 1975’ten itibaren İtalya, İngiltere, Hollanda ve Avusturya’da çeşitli eğitimler aldım. Dört yıl sonra 1979’da ilk defa İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nı yönettim. İlk tecrübe heyecan vericiydi.” Ertesi yıl Ankara’da konserler yönetti. Sonra yeniden İzmir, İstanbul, yurtdışı derken hızla konser sarmalına girdi. 1980 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı’na hoca olarak tayin oldu. 28 yaşında Ankara Devlet Opera Balesi Müzik Direktörü oldu. Onu İzmir Devlet Senfoni Orkestrası izledi. 1980’den sonra 40 yıl ara vermeden devam ettiği CSO’nun 2006’dan sonra daimi şefliğini yaptı: “Şanslıydım, çok iyi hocalarım, beni değerli gören aile ve yakınlarım oldu. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda aldığım eğitimin ne kadar yüksek düzeyde olduğunu yurtdışına gidince anladım” diyor.

YETENEKSİZ ÇOCUK YOKTUR

“2006 yılından beri Türkiye’nin konservatuvarlarından seçilerek gelen çocukların oluşturduğu Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası ile de çalışıyorum... Her çocuğun müziğe olan ilgisi farklı gelişiyor. Yeteneği hiç olmayan çocuk olduğunu zannetmiyorum. Yeter ki çocuklarımıza fırsat verelim.”

BEN ÖZEL HAYATIMDA KLASİK MÜZİK DİNLEMEM

“Özel hayatımda klasik müzik dinlemem çünkü klasik müzik düşünsel bir olgudur. İnsanı düşündürtür, geçmişini sorgulatarak geleceğe hazırlar. Eğlence amaçlı bir müzik değildir. Konsantrasyon gerektirir. Hatta bazen insanı yıpratır bile, çünkü insan ruhunun duyabileceği her türlü duyguyu müzikle yansıtabilirsiniz. Klasik müzik için sessiz bir ortam, yalnız ve yalnız o müziğe odaklanma gerekir.”

OPERA ARTIK  SOSYALLEŞME  YERİ DEĞİL

Bugün Türkiye’nin altı şehrinde Devlet Opera ve Balesi (DOB) bulunuyor. İlgi nasıl? Yanıtı: “Bale ve opera 19. ve 20. yüzyılın en önemli eğlence ve toplumsallaşma alanıydı. Bugün bu rolden çıkıp tamamen bir yüksek sanat düzeyinde yaşamaktadır. 1590’larda dram ve müzik sanatının bileşimi olarak doğan bu sanat kolu artık sosyalleşme yeri değildir… DOB da bir kitlesel eğitim kurumu işlevi görüyor. Artan ilgi var. Özellikle Doğu’da turnelerin büyük ilgiyle karşılandığını biliyorum. “

Ünlü maestro Rengim Gökmen... Klasik müzik sorgulatır ve hatta yıpratır
Sene 1998

ANKARA’NIN GELENEĞİ  İSTANBUL’UN FARKI

Kültür sanatın merkezi neresi? Diyor ki: “Ulaşılabilirlik açısından Cumhuriyet geleneği olan kurumlarıyla Ankara… İstanbul da uluslararası sanat trafiğinin önemli bir parçası oldu. İstanbul yeryüzünde bütün müzik türlerinin dinlenebileceği, zengin çeşitliliğin olduğu kentlerin başında gelir. İzmir, Antalya ve Adana’da da önemli etkinlikler yapılıyor. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası küçümsenmeyecek bir başarı tutturdu.” 

Ünlü maestro Rengim Gökmen... Klasik müzik sorgulatır ve hatta yıpratır
Sene 1965-Ankara Devlet Konservatuvarı Cebeci...

ANNEM SOPRANO BABAM SENARİSTTİ

“Annem 1940’lı yıllarda Yunus Emre Oratoryosu’nun ilk icrasında soprano söylemiş. Babam senaryo tekniğiyle ilgili kitapların yazarı oluyor. Türk operasının oluşumu hayret vericidir. İlk çalışmaları Carl Ebert yönetiminde başladığında çocukların hiçbiri hayatlarında tek bir opera dahi görmemişler. Eğitimini aldıkları sanatla ilgili hiçbir fikirleri yok. İsmet Paşa 1942’de konservatuvarda öğrencileriyle iç içe prova izliyor.”

YÖNETMESİ EN ZOR ENSTRÜMAN

Peki söz dinlemeyen orkestra üyeleri olur mu? Yönetmesi en zor grup kimdir? Yanıtı: “Yönetmesi zor eserler, çalgılar arasında karakteristik farklılıklar vardır. Bir eserde bir keman 56 bin nota çalıyorsa, perküsyon sanatçısı 700-800’de kalabilir ama bu onun işinin daha zor olduğunu göstermez. Teori hep pratiğe uymaz. O güne ve ana göre pozisyon ve tedbir almanız, çareler üretmeniz gerekebilir.”

Ünlü maestro Rengim Gökmen... Klasik müzik sorgulatır ve hatta yıpratır

YORUMCUNUN İŞİ  DUYGULARA ERİŞMEKTİR

Bir orkestra şefini ne başarılı yapar? Ülke yönetmek kadar zor mudur? Gökmen: “Hep dengeli olmanız, diplomasi yürütmeniz, psikolojiden anlamanız lazım. Kanaatimce ülke yönetmek kadar zor değildir! Toplum nasıl uyum içinde çalışan farklı meslek gruplarını içerirse orkestra da öyledir. Herkes kendi özgürlük alanı sınırları içinde ama çevresindeki alanlara da saygı duyması koşuluyla vardır. Her müziğin bir kültürü vardır. Türk halk müziğin de hiç dinlememiş birine çaldırmanız zordur. Yorumcunun işi, eseri doğru algılayıp seyircinin en ücra duygularına erişebilecek şekilde aktarabilmektir.”

Yazarın Tüm Yazıları