Sanatın davetsiz misafirleri

Tiyatro ya da konsere gittiğinizde size de bir dışlanmışlık hissi gelir mi? Evet, seyirci olarak sizden beklenen yalnızca sergilenen sanatı seyretmek ama yine de insan arada katılmak istiyor

Haberin Devamı

Londra’da yepyeni bir akım ortaya çıktı: ‘Immersive art’ yani ‘katılımcı sanat’. Akımın öncüsü İngiliz tiyatro grubu Punchdrunk. Fikirse, seyircilerin gösteri sırasında istedikleri şeyleri izleyip, istedikleri yere gidebilmeleri... Bunun en güzel örneği, geçen yıl Londra’dan sonra New York’ta da sergilenen ‘Sleep No More / Daha Fazla Uyuma’. Shakespeare’in meşhur Macbeth’inin daha kara mizaçlı bir uyarlaması olan oyunu tiyatro salonunda seyretmiyorsunuz. Perili köşk olarak tasarlanmış bir mekana gidiyorsunuz. Girişte dağıtılan maskeleri takıyorsunuz ve istediğiniz gibi geziniyorsunuz. Karakterlerle olayın içine girebiliyor, sıkılınca başka bir sahneye geçebiliyorsunuz. Bu arada oyun boyunca hiçbir diyalog geçmiyor. Oyuncuların ne konuştuklarını ancak vücut dillerinden hayal edebiliyorsunuz. Amaç; herkesin hep beraber aynı olayları seyretmesi değil; tam tersi grupların dağılıp kişilerin etkinlikten bireysel deneyimlerle çıkmalarını sağlamak.
Katılımcı sanat eserleri tiyatroyla sınırlı değil. Etkinlikler, alıştığımız mekanlarından çıkıp yeni yer ve formlara bürünüyor; terk edilmiş metro istasyonlarında klasik müzik konserleri, her şeye dokunabildiğiniz enstalasyon sergileri... Seneler önce bunun bir örneğini Londra’da görmüştüm. ‘Otel’ sergisi için hiçbir yazı olmayan izbe bir binaya giriyorsunuz. Çanta ve ceketlerinizi kapıya bırakıp, bir şey olması durumunda sorumluluğun size ait olduğuna dair kağıt imzaladıktan sonra mekanda özgürce geziyorsunuz. İlk izlenim, henüz terk edilmiş görünümlü bir otel. Öyle ki, odaları gezerken sahipleri her an yeniden içeri dalacakmış gibi hissediyorsunuz. İstediğiniz her şeye dokunabiliyor, çekmeceleri dolapları karıştırabiliyorsunuz. Odaları gezdikten sonra ancak keşfederek bulabileceğiniz bir arka kapı sizi gizli bir depoya götürüyor. Burada da yine yalnızca on dakika önce boşaltılmış gibi işçi karavanlarını geziyorsunuz. İçinde ne olduğunu bilmediğiniz Alice Harikalar Diyarı tarzı deliklerden aşağı inip, bambaşka dünyalarla tanışabiliyorsunuz. Üstünden yıllar geçmesine rağmen hiçbir detayını unutmadım. Tam da bu nedenle şu an patlama yapmış katılımcı sanata ilgi büyük. İnsanlar hem sevdikleri sanatı ‘Öksürmek için arayı bekle!’ ya da ‘Dokunmak yasak!’ gibi katı kurallar olmadan izleyebiliyor hem de etkinliği deneyimlediklerinden bir anıyla ayrılıyor. Kendilerini kenardan izleyen ‘davetsiz misafir’ gibi hissetmiyor.

Kimlik fobisi

Haberin Devamı

Yükseklik korkusu gibi ‘herkeste olan’ fobilerden varsa çok demodesiniz! ABD’de giderek yayılan en popüler fobi; ‘identifobi’. Amerikalıların Ekşi Sözlük’ü urbandictionary.com’da bu terim, “Tanıdığınız veya sokakta gördüğünüz birine benzeme korkusu. Birine herhangi bir şekilde benziyor olmaktan korkma” diye tanımlanıyor. Bu fobiden mustaripler, korkularını şöyle ifade ediyor; “İnanamıyorum! Benimle aynı kazağı mı giymiş? Derhal üstümdekini çıkarıyorum. Bende identifobi var!” Bu nedenle daha marjinal kılık kıyafet ve aksesuvarlara yöneliyorlar. İdentifobi sahiplerine genelde sanat ve moda camiası arasında rastlanıyor.

FETİŞ

Haberin Devamı

Robert Indiana’nın ikonik ‘Love’ heykeli
Keşke çok büyük olmasaydı da masamda dursaydı diyorsanız;
Minyatür, gümüş ‘Love’ kağıt ağırlığı
Fiyatı: 65 Sterlin
www.tate.org.uk

Yazarın Tüm Yazıları