Paylaş
1) Ali Naili Erdem’in hayata gelişi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e geçişin de bir nevi hikâyesi… Düyûn-u Umûmiye’de memur olan dedesi aslen Midillili. Yunanistan, 1912 senesinde Midilli adasını işgal edince aile Anadolu’ya göç ederek İzmir’in Dikili ilçesine geliyor. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Dikili yeniden Yunanlılar tarafından işgal edilince o dönemki adı ‘Nif’ olan Kemalpaşa ilçesine yerleşiyorlar. Babası Halil Bey, Darülfünûn-ı Osmani Hukuk Fakültesi’nde okurken ‘istikbalden önce istiklal’ denilerek askere çağrılıyor; Çanakkale Savaşı’na gidiyor. 8 Eylül tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ü İzmir’e girmeden Kemalpaşa’da karşılayanlardan oluyor. Cumhuriyet kurulduktan sonra mübadil bir ailenin kızı olan eşi Güner Hanım ile evleniyor. Ali Naili Erdem, 1927 senesinde bu çiftin dört çocuğundan biri olarak dünyaya geliyor.
Fotoğraf: Mert GÖKHAN KOÇ
KARAKTERLİ, BOYUN EĞMEYEN İNSAN
Erdem, “Babam mahkeme başkâtibiydi. Çok vatanperver, Türkiye sevdası biriydi” diye başlıyor anlatmaya: “Bir daha vatan hasreti çekmemek için bize vatan ve vatana sahip çıkmak kavramını anlatırdı hep. Çok okuyan biriydi. 1930’larda, Ömer Seyfettin’in kitapları baştan aşağı Türk düşüncesi ve kişilikli insan yetiştirme üzerinedir; karakterli, boynunu eğmeyen insan… Bu terbiyeyle yetişince milliyetçi oluyorsunuz. Babaannem de bize nasıl insan olunur, insaniyet nedir, bunları anlatırdı.”
2. CİHAN HARBİ’NİN VESİKALI YILLARI
Çocukluğunun ilk yılları İkinci Dünya Savaşı içinde geçiyor. Ekmeğin vesikaya dayandığı günleri de hatırlıyor, o dönem yaşanan yokluğu da: “Çeyrek ekmekle büyümek mecburiyetindeydik. Zor yıllardı ama Türk olmanın gururu içindeydik. Bu dönem milliyetçi düşüncelerle Türk insanı yetişmesi, cehaletin yenilmesi konusunda açılan Türk ocaklarını kapayıp halk evlerini açtılar. Halkevinde Batı ve Doğu dünyası klasiklerini öğreniyor, kültür adamı olarak yetişiyordunuz. Bununla beraber o dönem milliyetçi derneklerin kapatılmasına çok kızmıştım. İsmet Paşa’nın karşısına çıkıp onunla dövüşmeye karar vermiştim!”
Sene 1963/“Ailemi, çocuklarımı çok seviyorum.”
2) OTOBÜSTE İLK 3 SIRA HALK PARTİLİLERİNDİ
Siyasete ilgisi de bu yıllarda başlıyor. Erdem: “Tek parti döneminde partiye yakın olanlar itibar görüyordu. Diğerleri itibar görmüyordu. Mesela halkevine gittiğimizde ön sırada sadece Halk Partililer otururdu. Sen oturamazdın. Otobüste ilk üç sıra Halk Partililere aitti. Ben bunlara üzülürdüm. Niye Halk Partisi farklı muamele yapıyor? Memurlar önde, fukara Anadolu insanı geride… Ondan dolayı ben esas itibarıyla kendi ilçemde ‘Neden benim ahalimi ikiye bölüyorsunuz, neden Halk Partili olmayana eziyet edip Halk Partili’yi baş tacı ediyorsunuz?’ diye isyan ettim.”
3) DP’Yİ KURTULUŞ GÖRÜYORDUK
Üniversite eğitimi için Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoluyor. Ali Naili Bey, “Babamın bize nasihatı; hukukunu kaybeden bir millet yaşama hakkını kaybeder. Ondaki hukuk hassasiyeti bize de intikal etmiştir” diye anlatıyor. Öğrenciliği siyasetin içinde geçiyor, “1946-1947’de bütün gençler Demokrat Parti’nin (DP) peşinde koşuyorlardı; DP’yi bir kurtuluş olarak görüyor; her şey yeniden güzel, hürriyetle dolu olacak diye düşünüyorduk” diyor.
Sene 1968/Başbakan Süleyman Demirel ile bir temel atma töreninde
4) TÜRKİYE’NİN FRANSIZ İHTİLALİ 14 MAYIS’TI
Mezuniyetten sonra ilçesine dönüyor. Sene 1951. Demokrat Parti iktidar olmuş… Erdem, “14 Mayıs tıpkı 1789 Fransız İhtilali gibidir” diye devam ediyor: “Halkın ilk defa kendi serbest iradesiyle rey vermesiyle Demokrat Parti’nin demokrasiye geçişi bana sorarsan başlı başına bir büyük inkılap ve terakki hadisesidir. İsmet Paşa’nın yaptığı en büyük şeylerden birisi Demokrat Parti’nin kuruluşuna rıza göstermesi ve demokrasinin işleyiş mekanizmasına öncülük etmesidir.”
5) BENİM VATANDAŞIM TOPRAĞINI SEVİYOR
Erdem bir yandan avukatlık yaparken bir yandan DP İlçe Örgütü’nde yönetici oluyor: “Kemalpaşa’da üniversite bitirip ilçesine dönen tek adamdım. Daha zengin bir Türkiye hayali içindeydim. Fukaralığı gördüm ben Zeynep... En çok gayrimenkul davaları olurdu. Anladım ki vatandaşım toprakla bütünleşmek istiyor. Benim hakkım diyor… Bu da ileri adalet duygusu, toprağın vatan olduğu idrakini gösteriyor.”
Zeynep Bilgehan, Ali Naili Erdem
6) HİÇBİR DARBEYİ SEVMEM HİÇBİRİ DOĞRU DEĞİLDİ
Bir Demokrat Partili olarak önce 27 Mayıs 1960 ve sonra Adalet Partili olarak 12 Eylül 1980 darbesini bizzat yaşayanlardan Erdem diyor ki: “Hiçbir darbeyi sevmem. Hiçbir darbeyi de doğru bulmadım. Demokrasi, esasında kendi içindeki pisliği gideren rejimin adıdır. Ben bunu söylediğim için hakkımda tahkikat açıldı. Milli Birlik Komitesi üyeleri geldiler; ‘Sen bu lafı söylediğin için senin dilini kesmek lazım’ dediler. Eğer demokrasi halkın iradesini egemen kılmaksa o zaman halkın mevcudiyetini aramaya mecbursunuz. Darbelerin içinde halk yok.”
7) BİRKAÇ CESUR ADAM
27 Mayıs sonrasını şöyle anlatıyor: “Yeni parti kurulacak; Adalet Partisi. Yeni partide yer almamı isteyenler çoğunluktaydı, fakat çok kişi de artık siyasetin içinde olmak istemiyordu. İnsanlar ihtilalden sonra çekindiler. Her ilden birkaç cesur adamla teşkilatları kurduk; Ahmet İhsan Kırımlı, Cihat Bilgehan, Cihat Turgut, Mevlüt Yılmaz, Mehmet Zeki Yücetürk… Ben siyasete girmeye karar verince bana ‘Ne enayi!’ dediler. Oysa haksızlık karşısında sükût içinde kalmak insan olmaya yakışmaz. Bugün de Türkiye meseleleriyle meşgul olmaya mecburuz.”
8) AKIL SUSUP DİYALOG KOPARSA FELAKET OLUR
Ali Naili Erdem, 1961 yılında Adalet Partisi milletvekili olarak TBMM’ye girdi. 12 Eylül 1980’e kadar Sanayi, Çalışma ve Milli Eğitim Bakanlığı görevlerinde bulundu. Bu 20 yılda partiler arası ilişkiler nasıldı? Erdem: “O dönem Cumhuriyet ve Atatürk kavgası yoktu. Anayasa üzerine anlaşılamazdı. Ben İsmet Paşa ile Adnan Bey kavgasının ileri boyutta olmasına karşıydım. Daha sonra Süleyman Bey ile Bülent Bey atışmaya başladılar. Hüdai Oral ile ikisini buluşturamadık. Sonuç 12 Eylül. İnönü’yle Menderes’in sonu 27 Mayıs oldu. Liderler anlaşamasa dahi bir arada görünebilmeli. Akılların susup diyaloğun koptuğu yerde felaket olur.”
BAYKAL ‘YABANCI DİLLER’DE BİRDİRBİR OYNARDI
Ali Naili Erdem 12 Eylül 1980 darbesi sonrası ‘Yabancı Diller Yüksekokulu’ koğuşuna alınan siyasetçilerden... O dönemden anılar: “Benden sonra DP’li Sait Bilgiç’i getirdiler. İstanbul’daki dişçisinde protezleri takılacakken apar topar getirildiğinden dişleri yoktu. Üst katta MHP’lilerle MSP’liler vardı. Deniz Baykal, yirmi dakikalık dışarı çıkışlarımızda genellikle koşuyor, iki genç çocukla birdirbir oynuyordu.”
OKUMAYAN MİLLET MÜSTEMLEKE OLUR
Her gün en az bir saatini Milli Eğitim’le ilgili yayınlara ayırıyormuş. Güncelle ilgili tespiti şu: “ ‘Yaşamak, yenileşmektir’ tarzında bir anlayış Türkiye’ye de intikal etmiştir. Gazi’nin dediği gibi ancak okuyan milletler medeni olabilir, yaşama hakkına sahip olabilir. Okumayan bir millet müstemleke olur. Bu beyin bir et parçası değil evladım! Ne kadar bilirsen o kadar başarılısın, o kadar özgürsün.”
Sene 1977
OTURUN KONUŞUN KARDEŞİM
Partiler arası diyalog neden önemli? Erdem: “Bizim insanımız karşılıklı oturanların bir gün barışabileceği umuduyla yaşar. Karşılıklı gelinmediğinde husumet gittikçe büyür. Demokrasi kavganın değil barışın rejimidir. Hukuklu insan barıştan yana olandır. Niye kavga ediyorsunuz, oturun konuşun kardeşim! Bunu CHP’lilere de söyledim. Binaenaleyh diyaloğu hazmedelim.”
“Tartışmadan hoşlanırım ama kavgayı sevmem. Sıfırdan başladım hep hayata; ‘Her mihnet kabulüm, yeter ki gün eksilmesin penceremden’. Hayatın pınarı sevgi, hayatı seviniz... Hayat bir insanın gönlünü kırmayacak kadar kısadır ama yaşamakla bitmeyecek kadar da uzundur.”
DEMİREL’LE DAVA ARKADAŞLIĞI
Süleyman Demirel’in çok uzun zaman dava arkadaşıydı. Onu şöyle anlatıyor: “Fikri açık biriydi. Mutlak suretle hukuklu bir Türkiye’nin içinde durduk. Hassasiyetle üzerinde durduğumuz şeylerden biri Türkiye’yi bütünüyle sevmekti. Kendisi Atatürkçü’ydü; ‘Ben devleti İsmet Paşa’dan öğrendim’ diyebilen adamdı.”
Sene 1966/İzmir Fuarı açılışı: İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar, Turizm Bakanı Nihat Kürşat, Çalışma Bakanı Ali Naili Erdem, Maliye Bakanı Cihat Bilgehan, Ticaret Bakanı Ahmet Türkel
ATATÜRK’SÜZ TÜRKİYE OLMAZ
“Atatürk’süz bir Türkiye olamaz. İslam gönül hazinem, devrimler akıl dünyamın hazinesidir. Ne İslam’dan vazgeçeceğiz, ne Atatürk’ten.”
Paylaş