Paylaş
O günden bugüne siyaset, iş, sanat dünyası ve gündelik hayattan anları sonsuzlaştırıyor; İsmet İnönü, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit portrelerini çektiği isimlerden yalnızca birkaçı. Yeni yılın eşiğinde 90 yaşına basacak olan ‘fotoğrafın ozanı’, devlet sanatçımız Ozan Sağdıç ile albümleri karıştırdık. Sağdıç gülerek; “70 yıldır bu başa dert makineyle beraberiz!” diyor.
‘Kutu makine’ denilen ilk fotoğraf makinesi/Fotoğraf: Mert Gökhan KOÇ
1) Ankara’da yaşayanlar onu yakından tanır… Her etkinlikte mesleğe yeni başlamış bir foto muhabiri heyecanıyla kimi zaman etraftakileri endişe ettirerek (konserlerde üst locadan eğilmek suretiyle) fotoğraf çekiyor. Dile kolay tam 70 yıldır! Duayen foto muhabiri, devlet sanatçımız Ozan Sağdıç ile Ankara’daki stüdyosundayız. Sağdıç, söze “Doğum tarihim 30 Aralık 1934. Cumhuriyet’in 100. yılında ben de 90 yaşıma basıyorum. İlk fotoğraf makinemi 1953’ün temmuz ayında aldım. Demek ki 70 senedir fotoğraf çekmekteyim. Hâlâ da çekiyorum, Allah başka türlü çektirmesin (gülüyor)” diye başlıyor. Lâkabı, çektiği şiir gibi kareler nedeniyle ‘Fotoğrafın ozanı.’ Ancak kendisi aynı zamanda gerçekten şair de; hem de şair bir dedenin torunu, şair bir babanın oğlu olarak… Hikâyeyi en baştan dinleyelim.
Ozan Sağdıç, Zeynep Bilgehan
BALIKESİR’İN DİRENİŞÇİLERİ
Sene 1920’ler… Edremit’teyiz. İzmir Yunan askerlerinin işgaline uğramış. Balkan Savaşları sonrasında Varna’dan Edremit’e göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Ruhi Naci Sağdıç, Ayvalık’ın düşman tarafından işgal edildiği gün, Edremit’ten cepheye koşup gelen iki atlıdan biridir. Karargâhta Edremit kaymakamı Hamdi Bey ile Burhaniye civarından Pelitköylü Mehmet Cavit Bey vardır. Ruhi Naci Bey, Edremit‘te bir ikmâl örgütü kurmakla görevlendirilir; bir yandan cephedeki savaşçılar için yiyecek temin ederken bir yandan da gönüllüleri cepheye sevk ettirir. Cephe, ‘Müdafa-yı Milliye’ ve ‘Red-di İlhak’ gibi cemiyetlerin gayretleriyle kurulmuştur. Hazırlanan pazubentlere kısaca ne yazılacaktır? Sonunda ‘Kuvayı Milliye’ yazılmasına karar verilir. Ozan Sağdıç, “Ali Çetinkaya’nın da babamın anılarında da ifade ettiği; ilk kez cephede kullanılan bu isim, zamanla bütün Anadolu’ya yayılmış, bu direniş hareketin genel adı olmuştur” diye anlatıyor.
Sene 1950/Fotoğrafçı olmadan ilk otoportre.
İKİ KUVVACI EVLENİYOR...
Savaş bittikten sonra Ruhi Naci Bey, Edremit delegesi olarak Balıkesir Vilayet Encümeni’ne seçiliyor. Mehmet Cavit Bey de Cumhuriyet’i kuracak Meclis’e Balıkesir mebusu olarak seçilip Ankara’ya taşınıyor. Bu arada kızı Rukiye Hanım gelinlik çağa ulaşmıştır. Ruhi Bey’e münasip görülen Rukiye Hanım, babasına “Siz nasıl uygun görürseniz beybaba” diye yanıt verince evlenirler. Bir süre Üsküdar’da yaşadıktan sonra ailenin zeytinyağı fabrikalarının idaresi için Burhaniye’nin Pelitköy’üne taşınıyorlar. Sağdıç, “Böylece Kuvayı Milliye’ye babamla birlikte adını koymuş diğer bir zat da dedem oluyor” diyor: “İki sağlam kuvvacının ikinci çocuğu olarak 1934 yılında Pelitköy’de dünyaya gelmişim. Ben iki yaşındayken Edremit’e taşındık.”
Sene 1953/Kurşunlu Cami
2) SABAHATTİN ALİ BABAMIN ÖĞRENCİSİYDİ
Baba Ruhi Bey aynı zamanda iyi de bir şair. Oğlunun adını ‘Ozan’ koyması boşuna değil! Evlerine sık sık şairler ve yazarlar misafir oluyor. Hep beraber şiirler okunuyor. Sağdıç da kapıda dinliyor. Babası ve arkadaşlarının, birbirlerinin naziresi olan ‘gayri’ redifli şiirlerine atıfla şiir okumanın namı ‘Hadi bir gayri diyelim’ oluyor. Sağdıç, “Babamın yetiştirdiği pek çok şair vardı. Sabahattin Ali bunlardan biriydi” diye anlatıyor: “Babam onu dokuz yaşındayken bir sokak fenerinin altında, kitap okumaya çalışırken görmüş. Eve davet edip şiirler öğretmiş. Edremit’in yetiştirdiği bir diğer önemli şair de Mustafa Seyit Sutüven. Babam onunla da o 17-18 yaşındayken tanışıyor. Babam sonraki yıllarda Balıkesir’de Sabahattin Ali, Sıtkı Yırcalı ve Orhan Şaik Gökyay gibi arkadaşlarla Çağlayan isminde bir dergi de çıkarıyor.”
Sene 1960'lar/Nemrut Dağı’nda röportaj...
3) GAZETE KÜNYESİNE İLK 13 YAŞINDA GİRİYOR
Ozan Sağdıç’ın kendisi de yazmaya çizmeye meraklı. Resim öğretmenleri onu çok seviyor. İlkokul üçüncü sınıfta sınıfta ilk duvar gazetesini çıkarıyor. İsmi: Doğruluk. Öğretmeninin önerisiyle künyeye ‘Baş yazar ve ressamı: Ozan Sağdıç’ yazılıyor. Eğitimine Buca Ortaokulu’nda yatılı devam ederken de duvar gazetesi işine devam ediyor. Ekip ağabeyleri şair Nedret Gürcan, Cengiz Yörük ve Kerkenez romanını yazan Cengiz Tuncer oluyor. Resim öğretmenleri Paris’te eğitim görmüş Abidin Erderoğlu da çizimlerini geliştirmesine yardımcı oluyor. Abidin Bey’in kızı Olcay da sınıf arkadaşı. Buraya döneceğiz...
Sene 1965/Bayındır Barajı’nda Demirel eşi Nazmiye Hanım’la.../ “Demirel bana çok arka çıktı. Ecevit ve İnönü ile muhaliftiler ama hep dostça diyalog çerçevesinde yaşadılar.”
ÇEKTİĞİ İLK FOTOĞRAF: KURŞUNLU CAMİ
Sağdıç İzmir Buca’dan sonra İstanbul Kabataş Lisesi’ne gidiyor. Edebiyat ve sanat dersleri çok iyi. Hayali mimar olmak. Bunun için fen sınıfına kaydoluyor. Ancak matematik ve fizikle yıldızı bir türlü barışmıyor. Üç yıllık lise eğitimi dört yıla çıkınca, protesto olarak derslere devamı aksatıyor. 1953 yılında babasının arkadaşlarından ‘Fehmi Abi’den 30 liraya basit bir fotoğraf makinesi satın alıyor. Hemen Edremit’in ünlü Kurşunlu Camisi’ne koşuyor. Sağdıç’tan dinleyelim: “Caminin kubbesi ve minaresinin cumbalı iki evin arasından görünüşü hep aklımdaydı. İlk kez onu çektim. Bana makineyi satan Fehmi Abi eskiden fotoğrafçıymış. Sonra mesleği bırakıp gözlükçü olmuş. Karanlık odasında filmimi yıkadıktan sonra dükkândakilere ‘Göreceksiniz, Ozan’ın resimleri bir gün Avrupa mecmualarında neşredilecek’ dedi. Bu beni yüreklendirdi.”
Sene 1970'ler/“Eşim Olcay Hanım ile 63 yıllık beraberliğimiz onun sabrıyla mümkün oldu; gençken oraya buraya koşturdum durdum. Çok müstesna, faziletli, iyi bir insan ve sanatçıdır.”
5) AİDAT BAHANESİYLE MESLEK SIRLARINI ÖĞRENDİM
Sağdıç, bir süre sonra mesleğini geliştirmek amacıyla iyi bir fotoğrafhanede çırak olmak için İstanbul’a gitti. Devamı: “İlk başvuruyu Taksim’e yakın Foto Sait’e yapmıştım. Sait Bey beni çırak yapacağına, ‘İstanbul Umum Fotoğrafçılar Derneği’ne kâtip yaptı. O zamanlar dışarıdan gelebilen kısıtlı malzemeyi dernekler dağıtırdı. En büyüğünden seyyarına kadar tüm fotoğrafçılar derneğin üyesiydiler. Bu durum bana aidat toplamak amacıyla tüm ünlü fotoğrafhanelere girip çıkma, işlerini izleme fırsatı yaratmıştı. Mesleğin büyük ustalarından işin inceliklerini öğrendim. Dernek başkanı Şevket Tanju aslında hava başçavuşuymuş. Ordu onu hava fotoğrafı çeksin diye eğitim almaya Fransa’ya yollamış. O arada stüdyo fotoğrafçılığını da öğrenmiş. Osmanbey’deki fotoğraf stüdyosu benim yüksek eğitim okulum oldu diyebilirim.”
Sene 1973/“Seçim portresini barış mesajı için omzunda güvercinle çekeyim istedim. Kuş bir türlü durmayınca Ecevit eliyle tuttu.”
6) KADER AĞLARINI ÖRDÜ VE…
Sağdıç, bir döneme damga vurmuş Hayat Mecmuası’nın, Ara Güler’le birlikte ilk iki foto muhabirinden biri oluyor. Derginin yönetim kadrosu onu ‘Bab-ı âli tecrübesi olmayan taze bir göz’ olarak işe alıyor ve bir diğer dönüm noktasının yolu açılıyor: “Bostancı’daki kız öğrenciler kampına fotoğraf çekmeye gittim. Son akşam yanımda oturan kız bana doğru eğildi ve ‘Kardeşim, siz Buca Ortaokulu’nda okudunuz mu?’ dedi. Ben şöyle baktım, okul numarasıyla ‘125 Olcay Elderoğlu!’ dedim. Sınıf arkadaşım olan kızdı bu. İstanbul’da birkaç gün gezdik. Sonra o Ankara’ya döndü. Konservatuvarda okuyordu. Mektuplaşarak işi ilerlettik. Evlenmeye karar verdik. Ancak Olcay Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na katılıyordu. Kim işi bırakıp şehir değiştirecekti? Bu sırada Hayat Mecmuası Ankara’da bir büro açmaya karar verince 1959 yılının aralık ayının otuzunda Olcay Hanımla evlendik. Bu benim artık Ankaralı oluşumun da tarihidir.”
Sene 1989/“Köşk’e çıkar çıkamaz dedikoduları sonrasında Çankaya’da...”/“Turgut Özal amcam gibiydi, çok toleranslıydı. O zamanlar devlet adamları ve siyasilerle iletişim daha kolaydı galiba. Sayın Fahri Korutürk ve Sayın Ahmet Necdet Sezer tanıdığım en kibar insanlardı.”
‘FARFARA’ YAPMADIM İŞİMİ YAPTIM
1960’ta Ankara’ya gelen Sağdıç, geçen 63 yıl boyunca fotoğraflarıyla bir tarihi kayda geçirdi… Nasıl geçmiş bu yıllar? Yanıtı: “Çok hızlı! 27 Mayıs İhtilâli günlerini hem İstanbul hem Ankara’da yoğun olarak yaşadım. Ankara’da Devlet Tiyatroları’nın da fotoğrafçısıydım. Bir yandan TBMM’den çıkmıyoruz. Örneğin İsmet Paşa neredeyse her gün izlediğim bir insandı, Celal Bayar’dan sonraki bütün cumhurbaşkanlarının özel hayatlarından çekimler yaptım; onlarla sohbetler ettim. Bu işleri yaparken çok fazla da ‘farfara (gürültü)’ durumda olmadım. Kibarca, ayaklarımın ucuna basa basa gazeteciliğimi yürüttüm.”
KENDİNİ İŞE ADAYINCA REFLEKS GELİŞİYOR
İşin en çok nesini sevdi? Yanıtı: “Sokak manzaraları çekerken insan davranışlarını çok ilginç buldum. Bakanı gülümsetecek öğeler katılırsa fotoğraf daha anlamlı oluyor. Bu içimden gelen bir his, nasıl oluyor açıklaması zor. İnsan bir şeye çok fazla kendini adayınca aklı kendiliğinden refleks olarak çalışıyor olmalı.”
Paylaş