Paylaş
1- Yeni çıkan son kitabının adı ‘Ressamın İsyanı.’ Kendi hayatı da çocukluğundan itibaren isyan içinde geçmiş! Gündüz Vassaf’ı kısa bir ziyaret sırasında İstanbul’da yakaladık. Sohbete, “Geçmiş hortlamaya/arz-ı endam etmeye hazır ve nazır” diye gülerek başlıyor ve 1930’lu yıllara gidiyoruz…
Zeynep Bilgehan - Gündüz Vassaf
Hikâyesi psikolog Belkıs Hanım ile eşi psikiyatri doktoru Ethem Vassaf’ın eğitim için Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmesiyle başlıyor: “Annem İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitiriyor. Sonra, 1936 senesinde Harvard Üniversitesi’ne yüksek lisansa gidiyor. Psikoloji eğitimi alıyor. Yeni evlendiği babam da peşinden... Yola gereken parayı bulmak için bir ilaç icat ediyor. Onun lisansıyla ücreti karşılıyor. Amerika’da da çalışıyor. Birkaç yıl sonra tam memlekete döneceklerken 2. Dünya Savaşı çıkıyor. Deniz ulaşımı kesilince mecbur Amerika’da kalıyorlar. Gündüz de 1946 yılında Boston’da doğuyor.”
İLK İSYANIM ABD’YE OLDU
Aynı yıl Türkiye’ye dönüyorlar. Ancak yine tam bir yere yerleşemiyorlar. Vassaf anlatıyor: “İlkokulu bitirene kadar 10 okul değiştirdim. İlkokula Teşvikiye’de Işık Lisesi’nde başladım. Oradan Levent’e geçtik. Sonra babam çocukluk arkadaşı Adnan Menderes ile Demokrat Parti’den siyasete girerek milletvekili oldu ve Ankara’ya taşındık. Siyasette aradığını bulamayınca ben 11 yaşındayken ‘yeni bir sayfa’ için yeniden Amerika’ya döndük. Beşinci sınıfı Boston’da bitirdim. Babamın değişen işleriyle altıncı ve yedinci sınıfı da başka şehirlerde okuduktan sonra 14 yaşımda New Hampshire’da yatılı okula girdim. Ondan sonra bizimkiler taşınsa dahi ben kaldım. Yarım bursla okuduğum okul ABD’nin elit okullarından biriydi. Görünürde, hele o yıllarda ‘Amerika’da sınıf ayrımı olmaz, hemen herkes kendini orta sınıf olarak göstermek ister, zengin de fakir de kot, tişört giyer, kimin kim olduğunu anlamazsınız’ derler. Bunun hiç öyle olmadığını gördüm. Okula adım attığım andan itibaren herkes birbirini Yahudi, İtalyan, vs… diye damgalıyor, aksanlarla, şivelerle alay ediyordu. İlk isyanım burada başladı ve kendimi ayrıştırıp, ‘Yabancı Öğrenciler Derneği’ne üye olarak ‘beyaz’ ayrıcalığından çıktım.”
VAPURLA ANAVATANA YAKLAŞIRKEN
Üç yılın sonunda “Yetti gari!” diyor ve lise son sınıfı Robert Kolej’de okumak için aslında ilkokuldan beri gönlünün kaldığı ülkesine dönüyor. Vassaf, yıllar sonra Türkiye’ye döndüğü anı dün gibi hatırladığını anlatıyor: “Tek başıma gemideydim. Beni yabancı zannedip, ‘Türkçe’yi ne güzel öğrenmişsiniz’ diyenler vardı. Sarayburnu’nu geçerken bir gencin elime buruşuk bir kâğıt verdiğini hatırlıyorum; bir Nâzım Hikmet şiiri. O an yasakların da olduğu bir ülkeye geldiğimi anladım. Buna çok şaşırmıştım.” Okula girdiğindeyse bambaşka bir ortam bulmuş: “Amerika’daki okuldan sonra Robert Kolej bir özgürlükler diyarıydı. Amerika’daki ayrımcılığın da esamisi okunmuyordu. Farklı dinlerden, farklı şehirlerden, sonradan burslu olduğunu öğrendiğimiz farklı gelir gruplarından öğrenciler vardı ve hiçbir ayrım yoktu. Kim kimdir farkında değildik, merak etmiyorduk, hepimiz ahbaptık. Cumhuriyet’in mayasının tuttuğunu orada gördüm. Boş zamanlarda Beyoğlu’na gidiyorduk. Şehir kültürüyle orada tanıştım. Sene 1963’tü.”
SENE 1950’ler - Çocukluk...
2- PSİKOLOJİ DERSİNİ ‘BELEŞ’ DİYE ALDIM
İstanbul’da bir yılın ardından yine Amerika yolları göründü; George Washington Üniversitesi’ne girdi. Vassaf, “Amerikan sisteminde ilk yıl her dersi alıp sonra alanınıza yoğunlaşırsınız. Ben ilk iki yıl ‘beleş’ diye psikoloji dersleri alıyordum” diye anlatıyor. Neden beleş? Çünkü çocukluğundan itibaren aile mesleği psikolojinin içindeydi! Evde akşam yemeği konuları, siyasetçilerden komşulara psikolojik değerlendirmelerdi. Ebeveynler kongreye gittiğinde çocuk Gündüz de onlara eşlik ediyor ve konuşmaları dinliyordu.
İKİNCİ İSYAN TOPLUMA
Sırf bu kadar olsa iyi... Ailenin işi sebebiyle ilk gençliğinde üç yıl bir akıl hastanesi yerleşkesinde yaşamışlığı vardı! Şöyle anlatıyor: “Sınıf arkadaşlarım adresimi verince akıl hastanesinde yaşıyorum diye tuhaf bakarlardı fakat bana gayet doğal geliyordu. Toplumun ‘deli’ dediklerinin deli olmadığını belki de oradan öğrendim. Beraber dolaşıyor, golf oynuyor, sohbet ediyorduk. Bu da bende toplumla ilgili ‘isyan’ duygusu yaşattı. Aileleri onları oraya terk ediyor. Oysa tedaviye tüm ailenin ihtiyacı oluyor. ‘Uyumsuz’ olan düzen…”
SENE 1956 -Yaş 10.
3- VE EĞİTİME, SAVAŞA, HAKSIZLIĞA İSYAN
NAMLUYA TAKILAN ÇİÇEĞİ BİZZAT GÖRDÜM
Çocukken içine işleyen bu isyan duygusu üniversiteye gittiği yıllarda esen rüzgârla vücut bulmuş; 1968 kuşağı! Vassaf anlatıyor: “Üniversite eğitiminin de ne kadar yetersiz olduğunu gördüm. Üç yaşındaki çocuk ne düşünür, altı aylık bebeğin bilişsel gelişimini okuyorduk ama tek bir çocuk bile görmüyorduk. Gençler yeni bir dünya kurmak istiyordu. 1950’ler savaş sonrası heyecansız bir dönemdi. Ülke refah içinde. Gençlerden beklenen okullarını bitirsinler, orta sınıf olarak çalışmaya başlasınlar. Amerika’daki 68 kuşağı müzikle geldi; Beach Boys’un şarkılarıyla... O özgürlük ortamında ilk isyan ebeveynlere sonra köhne eğitim sistemineydi. Bu arada Vietnam Savaşı sürüyordu. Gençler orada ölmeyi veya öldürmeyi de istemiyordu. Ben de Washington’daydım, eylem merkezi! İlk büyük yürüyüşlerden birinde Pentagon’u işgal etmeye gittik. Bu yürüyüşten bir öğrencinin askerin namlusuna çiçek koyduğu meşhur fotoğraf çıktı. O sırada ben de oradaydım. Siyah-beyaz çatışmaları çoktu. Adaletsizliğe karşı isyan vardı. Martin Luther King’in ‘I Have A Dream’ konuşması sırasında da oradaydım. King, öldürüldükten sonra büyük isyanlar çıktı. Gençlerin, yoksulların devlete karşı, haksızlığa karşı baş kaldırabileceğini gördüm.”
SENE1970’ler
4- SOKAK KORKUMU ANKARA’DA YENDİM
Vassaf, “Bütün bunların sonunda bende yine Amerika’ya karşı yılgınlık geldi” diye devam ediyor: “Ayrıca Amerikan vatandaşı olduğumdan askere gitmem gerekiyordu; Vietnam’a... Bunun üzerine asker kaçağı olarak Türkiye’ye döndüm. Hacettepe Üniversitesi’nde yüksek lisansa başladım. O arada babam hastalandı. Onu görmek için Amerika’ya döndüm. Aleyhimde 10 yıl hapis kararı çıkmıştı. Mahkeme, ‘Babanı gömdükten sonra askerliğe gel’ diye izin verdi. Çok garip duygular… Amerika’da savaşa karşıydım ama babamın İstiklal Madalyası vardı Kurtuluş Savaşı’ndan ve İzmir’de askeri törenle gömülmesini istedim. Sonra sözümü tutmak için Amerika’ya döndüm. Fıtık çıkınca terhis oldum. Yeniden Türkiye’ye geldim. Washington’da akşamları yürümek tehlikelidir. Ankara’da akşam vakti yürürken kaldırımdan birisinin geldiğini görünce o şartlanmadan kaldırım değiştirirdim; sokak korkum vardı. Sokakta başıma bir şey gelmeyeceğini görmek beni şaşırtmıştı!”
‘BU GENCİN ARKASINDAYDIM’ FOTOĞRAF: Bernie Boston
5- DELİLİK UYUMSUZLUK DEĞİLDİR
Geldiği yerdeki alışkanlıkla yaptığı ufak ‘eylem girişim’lerine rağmen Vassaf yüksek lisans ve doktorasını kısmen ‘olaysız’ tamamladı. Sonra? Anlatıyor: “Boğaziçi Üniversitesi’nde bir konuşma dinlemeye gitmiştim. Başlık; Türkiye’de alkolizm, intihar ve boşanma. El kaldırdım, ‘İntihar hayatın sonu, alkolizm hastalık ama boşanma bazı insanlara çok iyi gelebilir. Bunu niçin koydun?’ dedim. Toplantı çıkışında omzunda bir el; Şerif Mardin… Bu soru üzerine bana hocalık teklif etti. Manzarası güzel, yaz tatili var! Kabul ettim, hoca oldum. Derslerde psikolojiyi de eleştiriyordum; deliliğin aslında uyumsuzluk olmadığını, uyumsuzluğu kişiden çok düzende aramak gerektiğini anlatıyordum. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra istifa ettim.”
SENE 1960’lar - Lise yılları...
USTASINDAN HAYAT DERSLERİ
- Kendimize yatırım yapalım. Bir müzikle, kitapla tanışın, müze gezin… O kadar zengin bir dünya var ki!
- ‘Ben kimim?’ sorusuna değil, ‘Beni ne mutlu ediyor?’ ve ‘Bugün ne öğrendim? sorusuna cevap aramaya çalışalım.
- Yapamayacağını bilerek de olsa yeniyi deneyelim; belki de yaparsın!
- Kültür bize para harcattıran bir sanayiye dönüştü. Kendi kültürümüzü yaratmak bir özgürlük. Oscar, Nobel… Bunlar tepeden inme, yakıştırmacı kültürlerdi ama seyredenler yıldan yıla azalıyor. Yeni, butik alt kültürler kuruluyor ki dünyanın aynı şarkıcıyı sevmesi, aynı filmi sevmesi bitiyor. Teknolojinin ve göçlerin sayesinde insanlar yeni dünyalar görüyorlar.
- Türümüzün bir sonraki durağı yapay zekânın nasıl kullanılacağına ve iklim krizinin getireceklerine göre şekillenecek… Yapay zekâyı denetleyemezsek, ahlaki sınırlama gelmezse, milyonları işsiz bırakacak, savaşlara çözüm bulmamak için belki insanı ortadan kaldıracak. Aramızda kavga etmeyi kesip bu konular üzerine düşünmeliyiz.
- Gençlikte o duyarlılık var ama siyasete yansımıyor. Ebeveynler de gençlerle birlikte hareket etmeli. Değişim birlikte gerçekleşmeli.
- Savaş üzerine araştırmalar var, barış üzerine hiç çalışılmıyor. Birlikte yaşamak da bir sanattır, onun da üstünde durulmalı.
SENE 1964 - Annesi Belkıs Hanım ve babası Doktor Ethem Bey ile...
ŞİKÂYETLE YETİNMEYELİM
Heyecanlı ve yorucu bir seçim maratonunu geride bıraktık… Bundan sonra bizi nasıl bir dönem bekliyor? Yanıtı: “Daha az gergin bir ülke olacağımız kesin. Herkesin kendi planlarına, işlerine döndüğü apolitik bir döneme gireceğiz. Günlük hayatımız daha istikrarlı olacak ama tabii ki daha sessiz bir ülke olacağız. Siyaseti günlük yaşamımızda sınırlayacağız. Güçlü devlet karşısında özel hayatımız zenginleşecek. Daha doğayla iç içe, kendimizi keşfedebildiğimiz, yeteneklerimizi geliştirdiğimiz yeni pencereler açacağız. Şikâyetle yetinmeyelim. Ya susalım ya da ‘Ne yapabilirim?’ diye soralım. Yapabileceklerimiz çok, kimseye zarar vermeyen eylemlerle dünyayı değiştirebiliriz.”
YENİ DÜNYAYA KARŞI ESKİ DEĞERLER
Psikolog şapkasıyla Gündüz Vassaf bugünlerde Türkiye’deki ruh halini nasıl değerlendiriyor? Soruyu, “Türkiye’yi başka ülkelerden ayırt etmiyorum” diyerek cevaplıyor: “Dünyada bir çırpınış var. Ulus devletler kurulduğundan bu yana bir alışılagelmişlik vardı. Şimdiyse demokrasinin kapitalizmi denetleyememesinden kaynaklı bir kriz var. Her yerde bu krize karşı daha güçlü bir devlet görüyoruz. Teknoloji ve göçlerle yerellik önem kazanırken merkezi hükümetler her yere yetişemiyor. İstanbul artık sadece İstanbulluların değil; keza Paris, Londra gibi diğer şehirler de. Böyle bir çözülme varken güven arayışında olanlara eski değerler cazip geliyor. İdeolojiler azalırken kimlikler saymakla bitmiyor. Bu iklimde ülkeler de ikiye bölündü.”
CEHENNEME ÖVGÜ CENNETİN DİBİ
“Türkiye’den sonra Almanya’da, Hollanda’da göç psikolojisi üzerine dersler verdim. Sonra işim yoktu, bir kitap yazdım; Cehenneme Övgü. Sonraki her kitap da tesadüf eseri ortaya çıktı; Cennetin Dibi, Mos tar, Tarihi Yargılıyorum… Everest Yayınları’ndan çıkan ‘Ressamın İsyanı’ 15. kitabım oldu. Yedi yılda yazdım. Kaç defa bırakacaktım.”
Paylaş