Paylaş
KORKUNÇ haber dünkü Radikal'deydi.
Türk basının alışılmış pazar müláyimliği kurallarını çiğneyip bu vahşeti dokuz günlük avanta bayram sefáhatı sürenlerin dikkatine sunmak istiyorum.
Özellikle de bugün, bir Bayram günü.
Vahşet Erzurum'da yaşanıyor, Narman ilçesinde.
Nedime Dağdelen adlı 16 yaşındaki kadın, evliliğinin dördüncü ayında bir kız çocuğu dünyaya getiriyor. Bebeğin başka bir kişiyle girişilen ilişkiden doğduğu ortaya çıkıyor. Nedime, ‘Çocuğun babası Hayrettin değil Serkan’dır' deyince ortalık birbirine giriyor.
Sonrası malûm.
Aile mahkemesi kuruluyor.
Mahkeme kararını vermekte zorlanmıyor. Kurban belirleniyor, namus koruyucusu cellatlar seçiliyor, ölümün biçimi kararlaştırılıyor.
Namus ve töre cinayetleri öncesinde kurulan bütün aile içi özel mahkemelerin kuralı önceden çıkartılmış ölüm fermanının cellata havalesi değil midir zaten?
Narman'daki özel mahkemede de aynı kural uygulanıyor.
Ve Nedime Dağdelen'in babası Hasan Gökçe, annesi Hamide Gökçe ve eşi Hayrettin Dağdelen bebeğin öldürülmesine karar veriyorlar.
Beş günlük bebek, dedesi Hasan Gökçe ve annesinin kocası Hayrettin Dağdelen tarafından boğularak öldürülüyor.
Nedime Dağdelen'in ağabeyi 21 yaşındaki Murat Gökçe bir beze sarılan bebeğin cesedini Tuzla Deresi üzerindeki sulama kanalının yanına bırakıyor.
Gerisini tahmin etmek zor değil. Bütün özel mahkemelerin verdiği infaz kararları gibi bu da devletin mahkemesine intikal ediyor. Haber, cinayetle ilgili dört kişinin yakalandığını yazıyor.
Bu yakalanmaların ne ifade ettiğini biliyoruz, 312 pazarlıkları bittikten sonra Başbakan Ecevit'in af saplantısı gündeme gelecek. Ne kadar töre, namus cinayeti işlemiş, ırza geçmiş, kafası bozulup adam öldürmüş, onlarca ocak söndürmüş, beş günlük bebek boğazlamış tutuklu varsa salıverilecek! Bu da Ecevitsel bir adalet, siyaset ve de sosyal adalet üçgeni...Neyse.
* * *
Olayın adli boyutu hiç de önemli değil bu noktada.
Çok daha derinlerde, kendisine her türlü ‘yıldızlık’ payesini yakıştıran bir ülkenin patolojisi ve trajedisi var burada.
O aileiçi mahkemeyi düşünmeli bir an; özellikle beş günlük bebeği boğazlanarak öldürülen anne Nedime Dağdelen'i ve de anneanne Hamde Gökçe'yi. Ve de beş günlükken bir günah simgesi olarak yaşamdan kopartılan kız çocuğunu.
Narman vahşetinin kadın figürleri bunlar. Diğer bütün vahşet karelerinin aktörleri gibi. Yani hep kadınlar. 8 martta filan haklarını korumaya çalıştıklarımız.
Tanımadığım dünyaları yargılama hakkım olmadığını biliyorum. Sadece anlamaya çalışıyorum, kendi bebeğinin hayatı karşılığında kazanılmış bir töre affının anne vicdanında neler yarattığını?
Bir anneannenin, yasak ilişkiden doğan torununun boğulmasına ne tür bir aklanma duygusuyla onay verdiğini düşünüyorum.
Ve de yasak ilişkiden doğan çocuk, erkek olsaydı acaba dede, dayı ve ailenin bütün erkek cemaati töre cezalarının en vahşisini uygular mıydı, diye sormadan edemiyorum!
Doğrusu, bu vahşetin sorumluları kocanın, dedenin, dayının, Nedime Dağdelen'i hamile bıraktıktan sonra arazi olan çoban Serkan Uzal'ın dünyaları pek önemli değil. Onlar kanun koyucu ve uygulayıcı oldukları sürece.
Günlerdir çıkan kurban yazılarına bakıyorum da! Annelerin namusunu kurtarmak için bebeklerin kurban edildiği bir ülke burası.
Sessiz yığınların seyrettiği bu vahşet örnekleri ‘büyük ve güçlü’ Türkiye aldatmacının rehavetindekiler tarafından hiç ama hiç görülmüyor.
Vahşeti görüp de onaylayanlar ise ‘helál olsun erkek adama’ diyorlar.
Trajedileriyle yüzleşmeyen toplumlar hamle yapabilirler mi? Artık dürüst ve cesur olmayı deneyelim!
Paylaş