Paylaş
New York
Onlar kendilerine ‘yeni demokrat’ diyorlar.
‘Yeni’ stratejiler, atak politikalar üretiyorlar. Çok dinamikler. Partiye yeni sosyal grupları katmada, farklı seçmenlerin sempatisini kazanmada çok başarılar.
Toplumu panikletmeden globalleşen dünyaya hazırlamak gibi iddialarla çıkıyorlar ortaya.
Yeni mesaj ve sentezlerle geliyorlar...Çünkü meseleleri görmüşler ya da meseleleri görenleri dinliyorlar.
Çok iyi teknisyenlerle çalışıyorlar.
Ve de birbirleriyle çok yakın dayanışma içindeler.
Daha açık biçimde ifade etmek gerekirse, kızı yaşındaki Monica'ya sarkıntılık ettiği için başı iyice belaya giren ‘yeni demokrat’ Clinton'un imdadına bir başka ‘yeni demokrat’ Tony Blair koşuyor. Böylece Blair'in dün başlayan Amerika gezisi son derece ilginç bir uluslararası siyasi şova dönüşüyor.
Yenilikçilerin, eskilerden farkı nedir? Irak politikasında farklı tutum mu sergiliyorlar? Hayır. Dünden itibaren Amerika'da başlayan yeni demokrat Clinton-Blair şovunda kabak Irak'ın başında patlayabilir tabii ki. Bu, işin şaşırtıcı olmayan yönü. Yani Amerikan-İngiliz ittifakının beklenen doğal sonucu. Ama ‘yeni demokratların’ dayanışmasının dünyaya yansıyan ‘yeni’ yüzünde hız, dinamizm, kendi kamuoylarına 21. yüzyıl için umut ve enerji vermek var.
İki liderin yakınlığı Blair'in seçim kampanyası sırasında Clinton ekibinin verdiği destekle başlamıştı. Şimdi aralarından su sızmıyor.
İkisinin de siyasi stratejileri merkezi yeniden dizayn etmeye yönelik.
İdeolojik değiller. Merkez sağın politikalarının üzerine solun sosyal içeriğini bina etmeye çalışıyorlar.
Clinton'un yakaladığı en önemli noktada da bu.
Hedef, 21. yüzyıl için her konuda daha iyi eğitilmiş bir Amerikan toplumu yaratmak. Bu nedenle de sınıflarda öğrenci sayısını azaltmak, öğretmenlerin yaşam standartlarını yükseltmek, niteliklerini artırmak gibi radikal kararlar alıyor.
Blair de çözüm üreten kadro çalışmasıyla yaşlı İngiliz toplumunu 21. yüzylın temposuna alıştırıyor.
Bu arada Blair-Clinton yakınlığı Monica krizine kadar ulaşıyor. Monica'yla aşna fişna mı? Blair sazı eline alıyor, ‘politika dedikodu sütunlarının seviyesine indirgenmemeli’ diyor. Clinton'un çok başarılı bir başkan olduğunu söylüyor.
İngiltere'nin Avrupa ile Amerika arasında bir köprü görevi üstlendiğini anlatıyor. Avrupa'yı sahiplenen bir İngiliz başbakanı imajı sergiliyor.
Avrupa'ya soğuk bakan geleneksel İngiliz diplomasisi Avrupacı sinyaller veriyor. Hem de Washington'un göbeğinde.
Yeni demokrat kavramının teorik içeriği olduğunu sanmıyorum.
Ama ortadaki gerçek çok açık. Siyasi sınıfını ve de liderlik kadrolarını hızla yenileyebilen ülkelerin siyasi iddiaları olabiliyor.
Ve de Dünya'nın neresinde olursa olsun liderlik, hedef koyabilme yeteneği gerektiriyor.
Başabakan Yılmaz, salı günü basında çıkan demecinde ‘Özal ruhuna geri döneceğiz’ demiş. Bu konuda çok derin bir yoruma gerek var mı bilmiyorum?
‘Yeni’yle siyaset yapılan bir dünyada on beş yıl öncesine gitmek. Hem de reddettiği Özal politikasına yeniden sarılmak.
Muhalefette ve iktidarda kendi ‘yeni’lerini yaratamamak.
ANAP'ın 1983'e dönüşü hayırlı olsun!
Paylaş