Paylaş
DÜNKÜ gazetelerin manşetindeydiler.
Serbest meslek sahibi denilen kesim. Yani müteahhit, kuyumcu, lokantacı, turizmci, doktor, avukat, mimar, mühendis; işçi ve memurdan daha az vergi veriyormuş. İplik sanayicisinin asgari ücret kadar kazanç beyan etmesi gibi ‘‘üçüncü dünyaya’’ özgü ağır yüzsüzlükler de vardı haberler arasında.
Türkiye'deki en büyük istikrarın ‘‘vergi vermemekteki istikrarlı tutum’’ olduğunu açıklamayı çok sıradan buluyorum. Ama öyle, uygulanan istikrar programından taviz vermeyen bugünkü hükümet bile bu ‘‘kutsal istikrara’’ ilişemedi. Mali miladı erteledi ‘‘vergi vermeyenlerin istikrarlı düzenini’’ bozmaya kıyamadı.
* * *
Asgari ücret kadar vergi beyan eden iplik sanayicisi gibi tipler ve de benzerleri büyük bir ihtimalle bizim semtlerin sakinleridirler. Yani gelir düzeyi ortalama Avrupalı'nın seviyesindeki kesim bu.
Evlerde çocukların bilgisayarı vardır. Gençler dershanede ya da özel hoca tedrisatındadılar! Turla murla Avrupa yolculuğu yaparlar. Site türü villada oturmaya daha solukları yetmez. Ama ‘‘mutena semtte oturuyorum’’ soyluluğunun tadını çıkarırlar. Mutena semtteki eski dairenin banyo ve mutfağını yenilerler. Yenilenmiş mutfağın raflarını, üzerinde çay, kahve, tuz yazan yedi cüce gibi dizilmiş káseciklerle süslerler. Kentli insanın ‘‘işlev ile dekorasyonu’’ birleştirme çabalarına harfiyen uyarlar. Ve de 40 derece sıcakta kesifleşmiş lağım kokusu içinde oturup Avrupa'nın tüketim kalıplarına uygun harcama yaparlar. Ve Kopenhag kriterlerini ‘‘bölücülük’’, vergi vermeyi de ‘‘kerizlik’’ olarak değerlendirip gene de Türkiye'nin mutlaka AB'ye üye olmasını savunurlar. Vergi vermeden Avrupalı olmayı isteyen ve Avrupalı gibi tüketen (kitap harcaması yapmadan) bu kesim, günlerdir bizim semtte kanalizasyon soluyor.
Sanırım Kadıköy yakasına ‘‘mevsim normallerinin’’ çok üstünde bir yoğunlukta çöken lağım kokusunun ‘‘vergi, şehirleşme, Avrupa’’ boyutu çok önemli.
İstanbul'un dünyanın en güzel kenti olduğunu düşünebilirsiniz ama İstanbul'un bu altyapıyla kesinlikle bir Avrupa kenti olduğunu iddia edemezsiniz. Bunun nedeni de ne ‘‘teknolojik geriliktir’’, ne de ‘‘yeni ekonomiyi yakalamadaki geri kalmışlık’’.
Vergi kaçırmanın ‘‘norm’’ olduğu bir ülkede şehircilik yapılamaz, kentin en basit hizmetleri dahi karşılanamaz. Bu işler, Türk mucizesinin halkla ilişkiler müdürlüğünü üstlenen Dünya Bankası Başkanı'ndan kredi talep ederek de yürümez.
* * *
Mesele kaynak yaratmaktır. Kaynak da iş dünyasının ‘‘işine geldiği’’ için sadece ‘‘özelleştirmeyle’’ yaratılmaz.
Dünyanın her yerinde ‘‘kent gibi kentler’’ ciddi vergi politikalarıyla geliştiler. Antik kentlerden bugünün megapollerine kadar geçerli olan kural budur.
Avrupa, lağım, kent, vergi dörtgeni, günlerdir basında sürüp giden ‘‘öteki Türkiye’’ ‘‘beriki Türkiye’’ arasında bir ortak payda oluşturdu. Yani ‘‘öteki Türkiye’’ zaten ‘‘lağımla haşır neşirdi’’. Geliri Avrupa standartlarında olan yüzde 20'lik ‘‘beriki Türkiye’’ de lağımlı yaşama alışıyor artık. Buna alışmak ‘‘vergi vermekten’’ daha tatlı olduğuna göre!
Afiyet olsun! Başka ne denebilir ki?
Paylaş