Paylaş
Şimdi uluslararası düzeni çok yakından ilgilendiren yeni bir gerçek ortaya çıktı.
Genişleme perspektifini belirlemek için toplanan Lüksemburg Zirvesi, Avrupa Birliği'nin bir ‘Hırıstiyan Kulübü olduğunu dünyaya ilan etti’.
Avrupa'yla, bundan sonra, siyasi, ekonomik, teknolojik vs. her çeşit işbirliğine girecek ülkeler, uluslararası düzenin bu yeni oluşumu bilmek zorundalar.
‘Dine dayalı politik bütünleşmeler çağını’nın talihsiz açılışını yaptı Avrupa.
Zirve'ye katılanlar bu önemli siyasi mesajı, Türkiye'nin sırtından dünyaya duyurdular. Avrupa kamuoyu için marjinal sayılabilecek bir ülke olan Türkiye bu şekilde feda edildi. Olayın adı, ‘Sen Müslümansın’ diye konmadı. ‘İnsan hakları ve demokrasi’nin arkasına gizlenildi.
Anlaşılıyor ki miladı Lüksemburg Zirvesi olan bu ‘ayırımcılık çağının’ sonuçlarını pek değerlendirebilecek sükunete ve bilgeliğe sahip değil Avrupalı kültür teröristleri. Belli ki takıntılar, çocukluk yaşlarından itibaren yaratılan saplantılar ve de korkuların izleri çok derin. .
Bu zirvenin tek ve de mutlak mesajı budur ve de bu boyutuyla da Avrupa Birliği'nin kuruluş ilkeleri ve de ruhu iğfal edilmiştir.
Artık yeni bir Avrupa kavramı, yeni bir Avrupa gerçeği var...
Bu satırları yazarken bundan birkaç ay önce İstanbul'da dinlediğim yüzyılın en parlak düşünürlerinden Derrida'nın sözleri geldi aklıma. Fransız düşünür, ‘Avrupa medeniyetinin, Hırıstiyan, Musevi ve Müslüman kültürlerinden oluştuğunu’ söylüyordu.
Bodur siyasetçilerin, ortak bir medeniyetin bir parçasını iptal edebilecek kadar kültür teröristi olabileceklerini düşünümezdi tabii ki.
Derrida'nın Lüksemburg kararlarını nasıl yorumladığını merak ediyorum.
Fransız sosyolog Touraine soruyordu, bu yıl yayınlanan kitabında ‘Beraber yaşayabilir miyiz’ diye. ‘Hayır’ yanıtı çok gecikmedi, Lüksemburg'tan geldi...Yüz otuz sekiz kiloluk Alman Kohl'ün iki dudakları arasından dökülüverdi bu olumsuz cevap.
Bence, dinsel nedenlerle Türkiye'ye ‘hayır’ ama Doğu Avrupa ülkelerine ‘evet’ diyenler, yakın tarihin yorumuna yeni bir boyut daha kattılar.
Genişleme kararlarının mimarları, eski komünist rejimlerin Avrupa Birliği'ne üye yetiştirdiğini tescil ettiler bir bakıma. Öyle değil mi?
Lüksemburg yaklaşımına göre, kırk yıllık baskıcı komünist rejimlerin siyasal kültürü, beş yılda Batı standartlarına uyum sağlayan toplumlar üretmiş! Nedir bunun anlamı? Yoksa komünizmin başarısı mı?
Çelişkiler kötü sırıtıyor.
Ve bu entegrasyon kötü bir felsefe ve son derece tehlikeli bir üslupla yola çıkıyor. Olayın hukuki ve ahlaki yönünü geçen iki yazımızda tahlil ettik.
İşin bir de ekonomik yönü var ki bu da en az bu iki unsur kadar önemli. Çünkü hukukun ve ahlakın çiğnendiği bir yapı uzun vadede ekonomiyi de kemirir.
Bu çağda içine kapanan kaybeder.
İçe kapanma kapitalizmi katleder.
Bu gerçekler, içe kapalılığı içine sindiren Avrupa'nın meselesi.
Peki, Türkiye bundan sonra ne yapacak?
Bülent Ecevit'in, ‘yeni bir dünya kurulur Türkiye de yerini alır’ kolaycılığıyla mı teselli olacak?
Hayır, çünkü yeni bir dünya falan kurulmaz.Yeni bir dünyanın kurulmasına ihtiyaç yok. Çünkü Türkiye'nin yeri belli, dünyası belli. Türkiye'nn içinde yaşamak istediği dünya aslında kendisine ait olan Avrupa.
Bugün, Türkiye'nin ciddi sorunları var. Beceriksiz siyasetçilerin sürüklediği bir çıkmazın içinde koca ülke. Ama dünyası ve rotası belli.
Türkiye'nin bundan sonraki hızlandırılmış hedefi, kendi iç düzenini sağlamak, ait olduğu dünyanın standartlarını yakalayıp hatta aşmak olacak.
Ve de ait olduğu Avrupa uygarlığının bazı sorumsuz Avrupalılar tarafından göz göre göde tecavüze uğramasını engelleyecek Türkiye.
Yani çok ciddi ve uzun soluklu yeni bir misyonu var artık.
Paylaş