Paylaş
Yirmi dokuz milletvekili koca bir tarihi yargılayıp iki büyük ülkenin ilişkilerini tarihsel bir dönüm noktasına getirebiliyorsa burada oturup çok akılcı ve ciddi biçimde düşünmek gerekiyor.
Fransız Ulusal Meclisi'nden önceki gün çıkan Ermeni iddialarıyla ilgili kararı kastediyorum.
Tarihi 29 kişiyle yargılamak.
Hüküm vermek. Çok inandıkları bir dava ise bu, topyekun oraya gidip el kaldıramamak. Yani pragmatik olup hafifçe kıvırtmak. Kısaca Türkiye'deki iştah açıcı ihaleleri de gözetmek.
Sonra, ‘bu Parlamento’nun kararıdır Hükümeti bağlamaz' diyerek keriz tesellisi niteliğindeki sözlerle siyaset bilimi dersi vermek.
Biraz ucuz oluyor. Özellikle de Fransa gibi uluslararası ilişkilerde farklı bir role soyunan bir ülke için bu ucuzluk çok fena sırıtıyor.
Bugünün şeffaflığı hedefleyen dünyasında kuşkusuz ki tarih de şeffaflıkla tartışılmalı. Hassasiyetler aklın ve bilmin süzgecinden geçirilip kalıcı sonuçlara varılmalı. Ama tek bir prensiple, kine ve fanatizme alet olmadan. Gerçek tarihi, bir takım önyargılı paralel tarihlere kurban etmeden.
Fransız Ulusal Meclisi'nden çıkan ‘Fransa, 1915 Ermeni soykırımını tanıyor’ şeklindeki kararı, sanırım öncelikle Fransız dış politikası, Fransa'nın ve de Avrupa'nın dünyada oynamak istediği rol ve de dünyaya vermek istediği mesajlar açısından değerlendirmek gerekiyor.
Önce çok güncel bir gözlem; Avrupa Birliği'ne üye ülkeler kendi içlerinde barışı ve huzuru sağlamada, önyargıları aşmada ne kadar kararlı ve de başarılı iseler, AB dışındaki sorunlara yaklaşımlarında da bir o kadar beceriksiz ve basiretsizler. Bosna hunharlığı karşısında Avrupa'nın bağışlanamaz sorumsuzluğu bunun en iyi örneği olmadı mı? Bu çorbada Fransa'nın da tuzu var.
Avrupa, Kıbrıs'ta yasaları iptal ederek, kendi prensiplerini çiğnemek pahasına ateşle oynayabiliyor. Fransa'nın da kılı kıpırdamıyor.
İç politika hesapları ya da hangi nedenle olursa olsun, Fransız Parlamentosu'ndan çıkan karar da ‘benim dışımdaki sorunlarda çifte standart kullanırım’ın en iyi kanıtı.
Fransa, bir taraftan kendi tarihinden ve de değerlerinden gelen duyarlılıkları ön plana çıkartırken diğer taraftan gidip, kini ve husumeti uluslararası ilişkilerin göbeğine oturtabiliyor. Düşmanlığı teşvik edebiliyor. Robert Koçaryan gibi bir şahinin oyununun parçası olabiliyor, Ermenistan'daki bugünkü yönetimi dolaylı da olsa destekleyebiliyor.
Bilim, akılcılık, adalet vs. derken bilimsel temellere dayanmayan suçlamalarla kendisini tarihsel bir çelişkinin içine sürükleyebiliyor.
Bir kez daha tekrarlayalım, tarihi konular tartışılır, tartışılmalıdırlar da. Oylamadan önce Türkiye Ermenileri Patrikliği adına bir açıklama yapan Patrik Vekili Başepiskopos Mesrob Mutafyan çok haklı olarak şöyle diyordu:
‘Sayın Mesut Yılmaz’ın da ifade ettikleri gibi tarihe mal olmuş konuların tarihçilere bırakılması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu tür tarihi konuların siyasi platformlara taşınmaması, uluslararası ilişki ve dengelerin bozulmamasına özen gösterilmesi, ülkemiz ve insanlarının huzuruna gölge düşürecek tavır ve yaklaşımlardan kaçınılması en büyük istek dileğimizdir'.
Tarih tartışılmaya açılmadan bir ülkenin siyasetçilerinin bu kadar operasyonel olmasını anlamak kolay değil.
Şovenlik, husumet, hırs ve kinle nereye varılır? Hangi sorun çözülür?
‘Ben karar verdim oldu’yla hangi netice alınır?
Uluslararası ilişkiler çifte standardı kaldırmaz. Kısa vadede, iç politikaya yönelik yatırımların getirisi olsa da uzun vadede bu sorumsuzluğun sonuçları çok ağır olacaktır.
Nefret saçmak, kin ile politika dizayn etmek sonra da ‘ben köşemde rahat otururum. Benim bölgem bir küçük ve şık butiktir’ diyenler iddialı ve büyük güç olamaları beklenemez.
Marsilya'ya bir Ermeni anıtı dikilmesi üzerine Paris'teki görevinden ayrılarak Türkiye'ye dönen rahmetli büyükelçi Hasan Esat Işık, öngörüsünde ne kadar haklıymış...
Ülkeler arasındaki dostluklar tıpkı insanlar arasında olanlar gibi karşılıklı güven üzerine dayanır.
Fransa ile ilişkilerimizin en iyi noktada olduğu sırada bu karar çıkıyor.
Paylaş