Paylaş
Başbakan ‘memura buçuk bile fazla vermem’ demiş...
Yılmaz bu açıklamaları nedeniyle bir ‘kararlılık şampiyonu’ olarak alkışlanacaktır belli çevrelerce.
Mesut Yılmaz 1991'de memur maaşlarını artırıp seçimlere gitmişti. O zaman ‘popülizm yapıyor’ diye eleştirilmişti. Yedi yıl sonra Mesut Yılmaz ve çevresi gene aynı sorunla uğraşıyor.
‘Yüzde yirminin üzerinde buçuk bile fazla vermem. Otuz yıldır enflasyonun neden düşmediğini şimdi daha iyi anlıyorum. Enflasyonun düşmesinden zarar görenler harekete geçtiler’...
Ve ardından belli yorumlar ‘Başbakanlığı öğrendi. Sıkı duruyor, popülizmin tuzağına düşmüyor’ vs.
Türkiye öyle bir durumdaki 1983'ten beri siyasette olan ve üç kez başbakanlık yapmış bir kişi enflasyonun neden düşmediğini ancak yeni anlayabiliyor ve de biz bunu alkışlayabiliyoruz...
Makro dengeler açısından ücretlerin belli bir dengede tutulması tabii ki önemli. Ama Türkiye'nin yıllardır aynı denklemlerle uğraşması ve de bunları bir başarı öyküsü olarak sunması biraz garip değil mi?
Kaldı ki Başbakan'ın memur maaşları konusunda gösterdiği kararlı tutumun nedenlerini açıklayan bir tavrı da yok ortada. Kısaca halkın önüne çıkıp ‘Hedeflerimiz budur, bu hedeflere varmak için yapılması gereken de şunlardır’ demiyor. Diyemiyor. Ya da demek istemiyor.
‘IMF’ye ders verdik' derken görülüyor ki ‘IMF’ye söz verilmiş'...Şimdi o söz virgülüne kadar tutuluyor. Ama bunu açıkça anlatan yok.
Asıl sorun da burada düğümleniyor.
Bugünün modern liderliği sorunların teşhisini, çözümünü ve de çözüm üretirken büyük bir şeffaflığı gerektiriyor. Anlatmak, ikna etmek ve güven vermek. Şeffaflığı ilke edinmek.
O beceri ve şeffaflık olmayınca Türkiye Soğuk Savaş döneminin politikacı tipleriyle ve o dönemin gündemleriyle zaman kaybediyor.
Ve de toplum ‘Ne yapalım daha iyisi var mı’ çaresizliğine hapsediliyor. Nedir bunun siyaset dilindeki anlamı? En kodamanı yüzde 20'leri aşamayan partiler. Yani demodeliğe gösterilen tepkinin en açık kanıtı.
Patronaj partileri diyoruz...Sadece liderler mi bu d/emode siyasi ortamda patron gibi dolaşanlar? Basında kendisinden bol bol söz ettiren siyasetçilere göz atmakta yarar var. Baş roldekilerin hangisi Türkiye'nin temel hedeflerini ortaya koyabiliyor? Hangisi Türkiye'nin ait olmak istediği dünyanın sorunlarıyla ilgileniyor?
En büyük kulisçiler yani modern siyaset açısından en büyük fakat usta ‘demodeler’ baş roldeler.
Soğuk Savaş politikacıları bunlar...
En itibarlı olanları, işgal ettikleri mevki itibariyle işleri çözüm üretmek olmasına rağmen ‘Devlete hırsız dolmuş, yolsuzluk diz boyu’ diye şikayet edenler. Soğuk Savaş'ın statik dünyasının kulusçi siyasetçileri. Yapılacakları söylemeye kalksalar bile döndürdükleri dolaplarla bütün itibarlarını yitirmiş olanlar.
Türkiye'nin modernleşmesini tıkayan bir takım ‘baş rol figüranları.’
Bu oyunu seyrederken ne yazık ki Türkiye'nin ait olmak istediği dünya ile arasındaki mesafe hızla açılıyor.
Olay bir milli gelir hesabı, zenginlik farkı filan değil, tartışılan konular açısından Türkiye farklı bir zaman dilimine itiliyor.
Hiç kuşkusuz ki yakalaması en zor olan da bu.
Zaman dışına kaymak. Senkronizasyonu kaybetmek.
On beş yıldan beri siyasetin içinde olup üç kez başbakanlık yapan bir lider enflasyonun neden düşmediğini daha yeni anlarsa...
Paylaş