Paylaş
Müthiş özelleştirme, müthiş başarı, müthiş açılış, müthiş istikrar, müthiş kararlılık, müthiş koalisyon, mütevazi doğum günü vs.'ye mesafeli ve soğukkanlı biçimde bakınca ortaya ne çıkıyor?
Kısaca, Türkiye'ye gelmek isteyen yatırımcının (spekülatör, para harmanlayıcısı filan) gözü Türkiye'yi nasıl görüyor?
Dünya koşulları dikkate alınıp, duygulardan arınmış bir tahlilin sonuçları yukarıdaki soruların yanıtını verecektir.
1- Türkiye, gelişmekte olan ülkeler arasında.
Yani birinci ligde değil. Lüksemburg kararlarından sonra birinci lige adaylığı da hız kesmiş durumda.
Objektif bir değerlendirmeyle bakınca zaten son yüzyıl içinde birinci ligdeki ülkeler sıralamasına yeni üye olarak bir tek Japonya girebildi.
Gelişmekte olan ülkeler arasında en ‘müthiş’ hamleyi Kore yaptı. On yılda milli gelirini ikiye katladı. Ama bu hamle birinci lige yükselmeye yetmedi. Şimdi soluğu kesik debeleniyor. 1960'larda Türkiye'nin milli geliri Kore'nin iki misliydi.
Türkiye'nin yeri, ekonomisini her yıl yüzde yedi oranında büyütüp her on yılda bir milli gelirini ikiye katlaması gereken ülkelerin haritasında. Yani Türkiye istikrarlı bir büyüme kaydetmek zorunda.
Bu durumda, Türkiye'nin rakibi daha yavaş büyüyen Avrupa Birliği'nin ekonomileri değil, Rusya, Romanya, ya da Asya ülkeleri.
2- Türkiye bugünkü ekonomik ve siyasi yapısıyla rakiplerine göre daha mı avantajlı?
Yabancının hınzır gözüyle bakınca tablo şöyle:
Türkiye'nin iş yapabilme yeteneği bulunan bir özel sektörü mevcut. İşadamları, bankacıları dünyayı tanıyorlar. Uluslararası iş piyasasının dinamik aktörleri durumundalar. Yabancı yatırımcı bu mukayeseli avantajımızın bilincinde.
Siyasal anlamda, Refahyol geriliminden ve de belirsizliğinden kurtuldu Türkiye. Siyaset, siyasi partilerin dışından gelen bir dengeye oturmuş gibi gözüküyor. İlk başta sağın ve solun kendi bünyelerinde birleşmeleri öngörülmüştü. Şimdiki denge sağ-sol beraberliği.
Bu arada ne Ecevit ne de Yılmaz, Erbakan-Çiller gibi garip görüntüler arz ediyorlar. Yatırımcı bakıyor ki kısa vade için sol-sağ ittifakı hiç de fena değil.
3- Peki ortada muhalefet var mı?
Muhalefet ne yerde ne de ufukta görünüyor.
Dikensiz gül bahçesi, mevcut denge medyayı da yanına almış.
Muhalefet eden ise Fazilet'in ajanı damgasını yiyor. Gün, susma ve de sindirme günü. (POAŞ satışı filan, unutunuz).
Biraz Kore'yi andırıyor bu durum. Kısaca kendisine karşı gelecek yapıyı yok eden, bugünkü ekonomi bakanının bir zamanlar pek beğendiği Kore modeli. Oysa başarılı modeller muhalefeti tolere edebilenlerdir. Bakınız, Asya krizi ya da otoriter ve şeffaf olmayan düzen...
Ekonomik büyüme olduğu sürece, modelin otoriter ya da opak olması kimseyi ilgilendirmiyor. Ama trend ters dönünce ‘Asya’yı şeffaf olmamak çökertti' deniliyor. (Susurluk'u şimdilik kapatınız.)
4- Memur maaşları için gösterilen kararlılığa bakılırsa IMF'çi bildiği reçeteyi herkese sunmuş. Askeri, mülki her türlü erkana derdini anlatmış.
Dünya'yı yakından izleyen TÜSİAD da bir süre önce Silahlı Kuvvetler'e ekonomi brifingi verip ‘reformlar yapılmazsa kriz gelir’ demişti.
Şimdi bu dengeler tutulmaya çalışılacak. Ecevit-Yılmaz koalisyonu krize sokmadan ekonomiyi dengelemek misyonuyla yoluna devam ediyor. (Küçük siyasi kaprisleri dikkate almayın).
Ufku bir yıl olan yatırımcının sevebileceği bir ortam bu. Kısmen Uzakdoğu'da çöktü dediğimiz ve muhalefetsiz tarlada ekonomik dinamizm safsatalarıyla pazarlanan bir görüntü. Yani otuz yıllık demode bir trend.
Yatırımcı memun olabilir ama biz 21. yüzyıl ütopyamızı bu demode modele mi teslim edeceğiz? Yanıtı perşembe günkü yazıda.
Paylaş