Paylaş
Piyasaya sürülen pembe güzellikler ve mis kokulara rağmen sessiz sedasız bir göç dalgası sürüyor Türkiye'den.
Birkaç yıl öncesine kadar tek tüktü. Şimdi girdiğim her toplulukta duyuyorum ‘Pılımı pırtımı toplayıp gideceğim’ şeklindeki sözleri.
Türkiye işçi göçünü, beyin göçünü yaşadı.
Bugünkünün adı, şekli, nedenleri ise çok farklı.
Önceki gün başarılı genç bir girişimciyle konuşuyordum. ANAP'lıymış. Bir ilçe örgütünde çalışıyormuş. Durumu iyiymiş. Hem de çok iyişmiş. Oturmuşlar, ailece yurt dışında yaşamaya karar vermişler. Ailenin yaşlı babası bile ‘Burada gelecek yok. Herşeyi satar giderim’ diyormuş.
Konuştuğum girişimci ‘Biraz parası olan buradan gitmek istiyor’ diyor.
İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de ya da diğer illerde, biraz durumunu düzeltenin yeni yaşam projeleri geliştirmesinin ardındaki gerçekler nedir?
Önce şunu çok iyi anlamak gerekiyor. Pompalanan pembe tabloları artık kimse yutmuyor. Aklı başında olan hiç kimse ‘enflasyon yüzde 80’lere geldi' filan diye komşusuyla bayramlaşmıyor.
Özellikle mevcut kuralsızlık içinde yükünü tutmuş olanlar bu sanal pembeliklerin çok iyi farkındalar. ‘Ben yükümü tuttum ama bundan sonra neden uğraşayım’ psikolojisi hakim onlara. Bu nedenle de tuttukları ‘yükü’ bir yerlere aşırma çabasındalar.
Diğer bir kategori daha var göç dalgasının aktörleri arasında. Onlar, dürüstlüktle, namusla, uluslararası normlara göre rekabet ederek bu ülkede bir yere varılamayacağını düşünüyorlar.
Doğru, belki risk almıyorlar. Belki mücadeleden kaçıyorlar. Belki cesur değiller. Ama onları kınamaya hakkımız var mı?
En başta artık kanıksanan ‘Adalet çöktü’ söylemi ‘Lanet olsun’ dedirtiyor pekçok insana.
Bir taraftan kurallı bir ülkede yaşama umudu tükeniyor.
Kuralsızlık tehdidi korkunç bir acz duygusu yaratıyor.
Her ne kadar bir takım sayılara takla attırılarak ‘Alım gücüne göre kişi başına düşen milli gelir yılda dokuz bin dolar’ dense de, ‘Adalet çöktü’nün insanlar üzerinde yaptığı psikolojik tahribat sanal sayılar sıralanarak giderilemiyor.
O sayıları uluslararası panellerde birkaç yabancıya yutturmak belki mümkün. Ama o sayıların marifeti ve etkileme gücü sadece o panellerle sınırlı kalıyor.
‘Benim memurum işini bilir’in Türkiyesi'nin 1998 versiyonu...
En şaibeli bürokratın dürüst devlet adamının partisine balıklama dalması. Parti yetmiyormuş gibi büyük bir bankanın yönetimine girmesi.
Yönetim kurullarındaki bakanlar, dürüst devlet adamının partisinden seçilmiş talancı Meclis Başkanı.
Çifte standart. Rüşvetsiz açılmayan kapılar.
Dürüstün salak, kariyer yapmak isteyenin beyinsiz sayıldığı bir düzende yarınların dizaynı yapılabilir mi?
Soru bu kadar açık.
Paylaş