Paylaş
Üst üste seçim kaybedeler. Altı, yedi kez sandıkta rezil olurlar. Partilerini buz parçası gibi eritirler.
Kamuoyu yoklamalarındaki yüzde birlik artışla kafa bulurlar. Yüzde 20'lerdir onların çıtası. Genelde yüzde yirminin altıyla yetinirler. Koalisyon beklerler, transferlere güvenirler.
Hem sayıca hem de fikren cüceleşmiş partilerin en seçkinleri transfer pazarlıklarının ustalarıdır. Meclis aritmetiğinin yakın takipçileridir onlar. Transfer bekleyen açlar için beslenme çantasını hazır tutarlar. En zayıf kişiliklerin parmak hesabını yaparlar.
Siyasetçi ne hedef koyar ne de düşünce üretir.
Aslında siyaset denilen, medyayla birlikte oynan bir orta oyunudur.
Türk siyasi hayatının son yıllardaki bu kareleri, bir siyaset adamının sözlerini okurken gözümün önüne geldi.
Fransız sağının önde gelen politikacılarından Edouard Balladur, ‘Fransa’da sağ neden parçalandı' sorusuna yanıt ararken, ‘Merkez sağ kalbini ve duygularını yitirdi’ diyor.
Ve ekliyor, ‘Fransa’da merkez sağ, kendi geleceğine güvenmiyor.
Söyleyecek yeni sözü yok. Biz, bugüne kadar çok teknik bir dil kullandık. İnsan hayatını yüzdelerle ifade ettik. Geleceği denklemlere hapsettik.
Oysa insanlara, sayıların arkasında, duyguların, fikirlerin, ideallarin ve de dayanışmanın bulunduğunu hissettirmek gerekirdi. Hayat bir bütündür. Biz, bu bütünlüğü yakalayamadık, halka sıcaklık veremedik.
Sol ise hayatın bu gereçeğini bizden çok daha iyi kavradı. Ve başarılı oldu'.
Yukarıdaki alıntı, Balladur'la yapılmış söyleşinin sadece küçük bir paragrafı. Görüldüğü gibi Fransa'da merkez sağın çöküşü tespit edilmiş, özeleştiri yapılmaya başlamış...Yeni projeler tartışılıyor. Öncelikle ideolojik temelde. Bütün bunlar, değişen dünyanın koşullarına uyum için.
Balladur, ‘Biz kalbimizi yitirdik’ diyor.
Biz ise ‘Hem kalbimizi hem de aklımızı yitirdik’ sanki.
Partilerini aşındırmış, küçültmüş liderlerin, afrasından tafrasından geçilmiyor ülkede. Hangi özeleştiri? Hangi siyasi dürüstlük?
Konuşma dili, utanmaz bir birinci tekil şahıs, ‘Asarım keserimin’in ilkelliğiyle sürüp giden bir oyun.
Türkiye'de merkez sağın kalbi var mıydı? Sokaklar yürümekle aşınmaz diyen liderlerin merkez sağında duygu olabilir miydi? Sadece zenginleri seven liderlerin merkez sağı duygu yüklü olabilir miydi?
Ya bugün, siyasi taşeronlukla merkez sağda liderlik yapmaya çalışanlar?
Birisi, müthiş İngilizcesiyle gidip Clinton'a kolejli küçük kız şirinliği yapıyor. Amerika'yı fethediyor.
Diğeri ise su gibi Almancasıyla, ‘Avrupa bir Hrıstiyan kulübüdür’ diyen Kohl'ü etkiliyor. Ve Almanya'dan ‘istediğimiz’i alıyor'. Ne ‘aldığı’ belli değil ama hızını ‘alamıyor’, Almanlar'dan bir randevu daha kopartıyor kasım ayı için.
Görüldüğü gibi merkez sağın liderleri, siyaset bilmiyorlar, hedef koyamıyorlar, partilerini küçültüyorlar ama yabancı dil sınavından geçiyorlar. Ve Clinton'dan, Kohl'den, Chirac'tan bilmem kimden bir gidişte, istediklerini alıyorlar. Acaba ne istiyorlar?
Ne istediklerini bize, bir Türkçe olarak anlatsalar...
Paylaş