Paylaş
İş adamının maharetiyle açılan ‘vergi vermemeyi teşvik paketi’ ülkeyi iki kampa ayırdı.
Vergi vermemeyi teşvik eden paketi destekleyenler, ‘reformcu’ sayılıyor.
Vergi vermemeyi teşvik eden paketi eleştirenler ise birer ‘ucube popülist’ damgası yiyor.
Ve de sıcak yaz günlerinin gündemini ‘reforcular’ ile ‘popülistlerin’ kapışması kaplıyor.
Tabii bu kargaşada reform nedir gerçek reforcu kimdir sorularını sormak kimsenin aklına gelmiyor. Zaten bu soruları soranlara da ‘popülist’ deniyor.
Oysa ‘reformculuk’ demek öncelikle bir meşruiyet işidir. Reform yapacak kadroların inanılır ve güvenilir olması önkoşuldur.
İnanılır ve de güvenilir olmak da dürüstlükten ve de ciddi bilgiden geçer.
Durum bu kadar açıkken, bir sabah uyanıp ‘bugün reforcu oldum’ diyenlerin ‘reformları’ üzerine inciler dizmek ise epey üçüncü dünyalı bir yaklaşım. Yani ‘içeriksizlikle iştigal’, yüzeysellikle kafa bulma böylece kendine piyasa yaratma' arayışı.
Sekiz yıllık eğitim fırtınasının estiği günlerde de böyle olmuştu. Dönemin Başbakanı Yılmaz, sekiz yıl uygulamasını ‘Cumhuriyet tarihinin en büyük reformu’ diye sunmuştu.
Sonra ne oldu?
Muhafazakárlar ANAP'tan desteğini çekmeye başlayınca reforcu Yılmaz ve reforcu kadroları Cumhuriyet tarihinin en büyük reformundan uzak durmaya karar verdiler.
Yani reformu ortada bıraktılar.
‘Neden seçim kaybettik’ analizlerinde, hezimet nedenleri arasında sekiz yılı günah keçisi yapıverdiler.
Pekçok kavram gibi ‘reform’ da devalüe ediliyor siyasi sınıf tarafından.
Bir önceki yazımızda belirtiğimiz gibi, Türkiye'nin sosyal güvenlikten tutun da çok yönlü kamu reformuna kadar peçok ‘modernleşme’ sorunu var.
Ve de buradaki temel sorun, reformları yapacak kadroların meşruiyeti, güvenilirliği ve de inandırıcılığı.
Yani sorun reformların kendisi değil reformları anlatacak kadroları bulmakta.
* * *
Sokaktaki adam, bu kargaşayı ‘Bizi siyasetten soğuttular’ şeklinde ifade ediyor.
Hayat pahalılığını, işsizlik yakınmasını aşan çok daha derin bir boyut bu.
Siyaset bilimde ‘temsili demokrasinin krizi’ diye adlandırılan bu bunalım üzerinde kafa yormayan kadroların reformu deforme olmaya mahkûmdur.
Çünkü ‘Bizi siyasetten soğuttular’ demek bir tür istifadır.
Ülkenin geleceğini, kendi geleceğini düşünmemek demektir.
Paylaşmamak demektir.
Oysa Türkiye, sadece sosyal güvenlik alanında değil daha pekçok konuda tarihi kararlar alma aşamasında. Ve bu noktada öncelikle ‘Bizi siyasetten soğuttular’ diyenlerin desteğine ve itici gücüne ihtiyacı var.
Türkiye, Avrupalı olacak mı?
İnsan hakları yüzyılı diye tanımlanan 21.yüzyılın dinamiklerini topluma taşınabilecek mi?
Bir hukuk toplumu, demokrasi toplumu olmak için gerekli adımlar atılabilecek mi?
Serbest piyasa, şeffaflık ilkesi üzerine oturtulabilecek mi?
Altı ayda bir fikir değiştirenlerin ‘reformculuğu’ üzerinde polemik yapmak kabak tadı veriyor.
Çünkü asıl reform, ‘Sokaktaki adamı siyasete ısıtmak’, o coşkuyu yaratmak. Toplumun geleceğini düşünmesini sağlamak!
Paylaş