Paylaş
‘Van’da spor ayıbı' manşetini çeken arkadaşların iyimserliğine biraz şaştım. Bu ‘spor ayıpları’ uzun süredir ‘özel’ olmaktan çıktı; her ili, ilçeyi ve de mahalleyi kapsıyor.
Hele varoşlarda kol geziyor.
Olay, ‘spor ayıbı’ falan değil, düpedüz birbirine sadece ‘kin’, ‘nefret’ ve ‘hoşgörüsüzlük’ kusan bir toplumun her fırsatta sergilediği kaba kuvvet gösterisi.
Bilindiği gibi pazar günü Van'da oynanan Antalyaspor-Van maçında, Antalyaspor lehine verilen penaltı kararı, ortalığı savaş alanına çevirdi.
Başbakan Mesut Yılmaz'ın gözü önünde cereyan eden olaylarda, Antalyaspor Teknik direktörü Şenol Güneş yumruklanarak bayıldı. Bu arada Başbakan'ın bir koruması da yaralandı.
Daha sonra gündelik hayatımızda sıradanlaşan görüntüler, yumruk, küfür, hakaret gibi ‘yok etme’ güdüsünün en korkunç dışavurumları yansıdı ekrana.
Maçı izleyen arkadaşlar, ‘Başbakan Mesut Yılmaz’ın statta olması nedeniyle alınan sıkı güvenlik önlemleri, daha büyüyebilecek olayları önledi' diye yazıyorlar.
Bunun anlamı, ‘Başbakan maça gitmeseydi, maçın sonucu, bilmem kaç ölü, bilmem kaç yaralı olacaktı’ demek.
Başbakan'ın gittiği karşılaşmaları ancak birkaç yaralıyla atlatabiliyoruz.
Diğerlerini siz düşünün.
Van'daki uygar spor karşılaşmasından bir gün önce de İstanbul'da, İTÜ öğretim üyelerinden Prof. Orhan Kural, şehir eşkiyalarınca dövüldü.
Kural'a haddini bildiren bitirimlerin belli ki hocanın, ‘bira şişelerini sokağa atmayın’ uyarısına kafaları atmış.
Kent sakinleri değil kent zorbalarının klasik ruh hali bu.
Artık yaşamın her durağında rastgeldiğimiz şiddetin ürünü, sevgisizliğin çocuğu ve de dışlanmışlığın mamulü insanlar kural koyucu oluyorlar toplum yaşamında.
Türkiye, ‘şiddete’ ve de en korkuncu ‘şiddete gösterilen hoşgörüye’ alışıyor.
Bir ülkede, hoşgörüsüzlük kültürü, bu kadar büyük bir getiriye sahipse, sekiz yıllık eğitim reformuyla kafa bulanlara acımak gerekiyor doğrusu.
Araştırmaların dehşet verici sonuçları, başıboşluk sarmalındaki bu toplumun nasıl bir şiddet laboratuvarı haline geldiğini ortaya koyuyor.
Baltaş Eğitim, Danışmanlık Merkezi'nce yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, Türkiye'de televizyonun en çok izlendiği saatlerde 44.5 şiddet görüntüsü karşımıza çıkıyormuş.
Hani şu çok kanıksadığımız neredeyse ‘şirin’! gözüken olaylarla meğer bu kadar sık karşılaşıyormuşuz.
Amerika'da televizyonun en çok izlendiği saatlerde ise sadece 5 şiddet görüntüsüne yer veriliyormuş.
Kısaca, serbest piyasanın cenneti Amerika'da bile, şiddeti sergilemenin bir kuralı oluşmuş.
Amerikalılar araştırmışlar ve ‘Çocukluk döneminde şiddet içeren programları izleyen çocukların yetişkinliklerinde suç işlemeye daha yatkın olduklarını’ ortaya çıkarmışlar.
Bir günün altı saatini televizyon karşısında geçiren bir Amerikalı çocuk, 15 yaşına gelinceye kadar televizyonda ortalama 24 bin cinayet ve cinayet girişimi izliyormuş.
Onbeş yaşına gelen bir Türk çocuğunun 45 bin cinayet ve cinayet girişiminiyle haşır neşir olduğu ortaya çıkıyor.
Rakamlara güvenme alışkanlığımız varsa epey uyarıcı olmalı bu saptamalar.
Bu işin sadece televizyon cephesi...Belki çözümü en basit olanı.
Ya gelir dağılımı bozukluğu? Eğitim sistemindeki ikili yapıyla oluşan tahammülsüzlük? Ve birbirini karşılıklı dışlamanın yarattığı toplumsal travmalar.
Ben Vanspor-Antalyaspor maçına hiç şaşırmadım.
‘İyi ki başbakan oradaydı’ da diyemiyorum.
Paylaş