Paylaş
SONUÇLAR geçen hafta açıklandı. İstanbul, eğitimde Türkiye ortalamasını yakalıyor. Yani en ‘düşük paydada’ Türkiye gerçeğiyle buluşuyor. İstanbul Türkiye oluyor.
Öğrenci Seçme Sınavı'nda İstanbul'un başarı sıralamasında 25'inci olması şaşırtıcı değil ama düşündürücü.
Türkiye'nin en iddialı, en büyük, en tarihi, en ‘Avrupalı’ ve en çok umut saçan kentinin eğitim sıralamasındaki ‘25’inciliğinde eğitimdeki genel çöküşün payı çok büyük. Ama ortada bir de ‘İstanbullaşmış’ Türkiye sorunları var ki bu en ‘gözde’ kentimizi dünyanın en çarpık kentlerinden birisi haline getiriyor.
Önce göçün getirdiği otuz yılda birikmiş sorunlar. Güneydoğu'daki yaranın göçle İstanbul'da kazandığı boyutlar. Göç aldığı halde istihdam yaratamayan bir kentin ‘taşının toprağının mucurlaşması’. Bunun yarattığı bir dizi sosyal travma.
İstanbul'un İstabul'u taşıyamadığını tespit etmek entelektüel bir maharet değil tabii ki. Ama sonuçları önümüzdeki yıllarda görülecek yeni bir süreç yaşanıyor İstanbul'da.
Bu, bilinçli bir politikanın ürünü mü? Bu sorunun yanıtı pek açık değil ancak sanki göçü geri çevirmek istercesine bir ‘bezdirme, bıktırma’ stratejisi uygulanıyor. Düne kadar ‘gecekondu bölgeleri’ diye anılan bugün ise daha kuvvetli bir vurguyla ‘varoş’lukları ilan edilen İstanbul'un geniş alanlarının kentsel yaşamla irtibatları hızla kesiliyor. Örneğin on binlerin yaşadığı bu semtlerde güvenlik nasıl sağlanıyor? Sokaklara tek bir polis giriyor mu? Su nereden nasıl geliyor? Eğitime gelince, hangi öğretmen İstanbul varoşlarında ders veriyor, mecbur kalıp işe başlasa da burada kaç yıl barınabiliyor? Daha bir dizi yanıtsız soru.
Öteki İstanbullular, pek çoğu kaçak konutlarda hiç vergi vermeden ‘kaçak yaşamları’ sürdüren kitleler aslında. Siyaset biliminde modern terminoloji onları ‘dışlanmışlar’ diye tanımlıyor. Dışlanmışların ‘gözden çıkartılmışlığı’ da ÖSS'lerde 25. sıraları filan izah etmeye yarıyor.
Geçen hafta ÖSS sonuçlarının açıklanmasından sonra bu megapolün neden başarısız olduğu yolunda epey ilginç yorumlar yapıldı. Bunlardan en ilginç olanı ‘gecekondu bölgelerinde yaşayan öğrencilerin İstanbul ortalamasını düşürdüğü’ şeklindeydi. Tabii bu ‘şık’ saptamadan hareketle ‘İstanbul varoşlarında yaşayan çocuklar üniversite sınavlarına girmesin’ de denebilir. Belki de en ‘kestirme’ yöntem de bu olacaktır!
İstanbul'un eğitim sıralamasında ‘itibarını düşürdüğü’ varsayılan çocuklar dershane tedrisatından yararlanamıyorlar. Başarısızlığın önemli bir nedeni de bu. Yani İstanbul'un ötekisi için iş yok, dershane yok, eğitim yok, gelecek yok. Öteki sadece ‘ortalamayı’ düşürüyor.
Berikinin ise dershane destekli ÖSS başarısı var, belli oranda iş umudu var hatta merkez sağdan siyaset imkánı bile var! Onlar ise seviyeyi yükselttiklerini sanıyorlar. Dün görüştüğüm bir eğitimci İstanbul elitlerinin çocuklarının ‘başıma bir kaza gelmesin’ diye üniversite sınavlarına girdiklerini yoksa büyük çoğunluğunun kapağı yurtdışına atmaya çalıştığını söylüyordu. Seviye yükseltenlerin de böyle bir özelliği bulunuyor.
Göçü geri çevirmek için ‘bezdirme’! Bezdirirken çökertme.
Ötekiyle berikinin bir araya gelemeyecek kadar ayrışması. Bir kentin doğal sınırlarına dayanması. Aynı kentin dünya ve Avrupa kenti olma iddiası. Düzenlenen müzik festivalleriyle kentli oldum duygusuna kapılma. ÖSS başarısında 25. sırayı boylama. Ve daha bir dizi bilmem ne!
Geçenlerde bir toplantıda rastladığım İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna ‘İstanbul çok tehlikeli biçimde ayrışıyor’ diyordu. Bugün çöküşünü büyük bir vurdumduymazlıkla seyrettiğimiz cumhuriyet eğitimini modern zamanların eğitim anlayışıyla takviye etmemiş olmamızın bunda çok büyük payı yok mu?
Öteki falan, filan! Ve de ‘yeni ekonomi’ hakkında sarf edilen parlak sözler! Çok komik değil mi!
Paylaş