Zeynep Atikkan: Modernitenin lideri olmak

Zeynep ATİKAN
Haberin Devamı

Demode kafalar ‘dolar ve avanta beklentisinde’ olduğu için Başbakan Bülent Ecevit'in Clinton'la yaptığı görüşmedeki asıl önemli mesaj havada kaldı.

Hatırlanacağı gibi ABD Başkanı Clinton geçen hafta Başbakan Bülent Ecevit'e ‘Son 50 yıl, Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede Osmanlı'nın mirasının paylaşılmasıyla geçti. Gelecek yüzyıl ise Türkiye'nin laik-demokratik niteğiyle bölgenin şekillenmesine yapacağı katkıya sahne olacak' demişti.

2000 yılında Başkanlık'tan ayrılacak olan Clinton giderayak şöyle demek istiyor: ‘Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölge reforma muhtaç. Türkiye, bölgenin modernite liderliğini üstlenmelidir'. ABD Başkanı'nca bu kadar açık biçimde dile getirilen mesaj, yıllardan beri duyageldiğimiz ‘Türkiye Doğu ile Batı arasındaki muhteşem köprüdür’ sloganının çok ötesinde. Çünkü olay bir köprü ninnisi değil Batı'yla aynı uygarlık dilini kullanmayı hedefleyen Türkiye'nin 21. yüzyıldaki rolünün ve misyonunun tanımı.

Türkiye-AB ilişkilerine ivme katacak bir yaklaşım bu. Clinton ‘Laik ve demokratik nitelik’ten söz ediyor. Bunun siyasi anlamı Batı değerleri demektir. Siyasi ve kültürel anlamda Türkiye'nin Batı dünyası içindeki yerinin tescilidir.

* * *

Bugüne kadar Türkiye-Avrupa ilişkileri hep geçmişe yapılan göndermelerle değerlendirildi. Örneğin ‘Osmanlı Avrupalı’ydı' dendi. Osmanlı'nın Avrupa coğrafyasında Bosna'da olduğu gibi farklılıkları birarada yaşatabilen bir düzen kurduğu söylendi. Cumhuriyet'in Batı kurumlarını ülkeye taşımadaki hızı ve başarısı anlatıldı. Örnek gösterildi, alkışlandı. Sonra?

Sonrasındaki performans Türkiye potansiyelindeki bir Cumhuriyet'in iddalarını taşıyacak hacim ve nitelikte değil ne yazık ki.

Hamleler, duraksamalar, tereddütler, teklemeler, kesintiler ve de tekrar hamlelerle yürüyen bir yapı.

Türkiye, 20. yüzyılın ikinci yarısında çokpartili sisteme geçti. 50'lerin başında sadece birkaç yıl süren bir hareketlenme yaşandı. Sonra bir dizi yanlış, tıkanıklık ve siyasi zaafla 60'lar sona erdi.

60-70'ler, ‘böyüük Türkiye’ edebiyatıyla avutulduğumuz yirmi yıllık bir koca dönem oldu. Birkaç baraj dışında hiçbir iz bırakmadı.

80'lere gelince, bir kesime göre Türkiye'nin Dünya'da yıldızının parladığı yıllardı. Esasında 80'ler ekonomiyi dışa açmaktan başka bir yenilik getirmedi. Bu da sürekli devalüasyon ve düşük ücretle yürütülen bir ekonomik modeldi. Bu model 1987'ye gelindiğinde tık nefes oldu. Siyasi bilançosuna ise tek bir başarı öyküsü yazdıramadı.

90'lar zaten iptal edildi. Hem siyaseten hem de ekonomik anlamda. Yılmaz ile Çiller 90'ları alıp götürdüler. Umudu kızağa çektiler.

50 yıllık bu bilançoyla Türkiye bir 21. yüzyıl tasarımı yapabilir mi? Laik-demokratik niteliğiyle bölgenin şekillenmesine katkıda bulunabilir mi?

Hovardaca kaybedilecek daha çok fazla yarım yüzyıl görünmüyor ufukta. Hızlanmış zamanlarda tarihi seçimleri yapmayan toplumların durup dururken başına talih kuşu filan konmuyor.

Bölgede rol modeli olmaya aday ülkenin öncelikle sorun çözme yeteneğini geliştirmesi gerekir. Bunun ilk sınavı siyaseti, ekonomiyi ve toplumsal düzeni teslim alan çeteleri temizlemektir.

Yüzde 90'larda seyreden enflasyonla hangi rol modeli geliştirilir? Hangi ülkeye ‘al sana kalkınma reçetesi budur’ denilebilir?

Demokrasi ve insan haklarına gelince beraber yaşama kültürünün modern kalıplarını nasıl dökeceğini düşünmeyen bir toplumun modeline kim itibar eder? Hukuk toplumu olma yolunda gerekli adımları atamayan bir ülkenin reçeteleri okunur mu?

Bölgenin modernite liderliğine soyunmak bütün bu reformların eş zamanlı yapılmasını gerektiriyor. ‘Kişi başına düşen milli geliri artırıp sonra demokratik hamleleri yaparım’ zihniyeti Soğuk Savaş'ın uydurmasıydı. Bugün kimsenin aldırdığı yok bu tür mazeretlere. Nobel Ödüllü Hintli iktisatçı Amartya Sen'in söylediği gibi ekonomik kalkınma aslında özgürlüğün artması demektir.

‘Dinamik iş adamıyım, reformcuyum ama vergi vermeyi sevmem’le yüksek teknoloji dünyasının girişimcisi olmak çok zor. Kaldı ki fay üstüne milyarlık fabrikalar kuranların iş kafasına itibar eden çıkar mı?

Rant dağıtımında ustalaşmış belediyecinin yerel yönetim politikaları reçeteleşebilir mi? Ve daha onlarca örnek.

Türkiye'ye yarım yüzyıl kaybettiren avantacılık soslu bu Soğuk Savaş döneminin kapanması gerekiyor. Bu dönemin bütün aktörleri tasfiye edilerek.

Türkiye'nin laik-demokratik niteliğiyle bölgenin şekillenmesine katkıda bunabilmesinin ön koşulu bu.



Yazarın Tüm Yazıları