Paylaş
Günün birinde bir ‘tank’ karşımda görücüye çıktı. Hünerlerini filan gösterdi. Üreticileri beni ‘gazetecilere yönelik’ klasik bilgilerle donattılar. Bir set broşür ve fotogaf verdiler.
Dile kolay Türkiye bin tank alacak. Günümüzde bin tank siparişi veren ülke yok. Hele Avrupa'da ve özellikle AB bünyesinde, ilişkileri düşmanlıklar değil ortaklıkların şekillendirdiği bir ortamda.
Aralık ayında Türkye-AB ilişleri üzerine bir dizi görüşme yapmak için Paris'e gittiğimde kendimi bir tank fabrikasında bulmamım nedenini anlamak zor değildi. ‘Ne tanktan ne tüfekten anlarım’ dediysem de Türk gazetecisi olduğum için tank gösterisi izlemek zorunda kaldım.
Görücüye çıkan damat adayı yani tank hakkında hiçbir fikir yürütecek değilim. Ama sivri biber boykotuyla kadınları enflasyonla mücadeleye çağıran bir devletin, tank ve helikopter alımları için 31 milyar dolarlık harcamayı enflasyonla mücadele kampanyasının neresine monte edeceğini sormanın bu seferberliğin basit bir parçası olduğunu düşünüyorum.
Enflasyonla mücadele için gönüllü timler oluşturan kadınları doğrudan ilgilendiren sorular bunlar. Savunmaya yapılan bütün harcamaların demokratikleşen demokrasilerde kadınları doğrudan ilgilendirdiği gibi.
Türkiye Japonya değil, İsviçre hiç değil.
Her ne kadar çevremizde bir barış çemberi oluştuğu söylense de o çember üzerindeki kuşku bulutlarının kolay kolay kalkmayacağı da kesin.
Türkiye her zaman jeostrateji ile anılan bir ülke. Bunun olmazsa olmaz şartları arasında güçlü savunma yani güçlü silahlı kuvvetler var.
Türkiye kendisini kavşak, bölge gücü vs, diye tanımlıyor. Güçsüz bir orduyla bölge gücü olunmaz.
Bütün bunları biliyoruz.
Zaten bütün bunları bilerek büyüdük. Büyütüldük.
Ancak günümüzde, ister süper güç olsun ister bölgesel güç, 31 milyar dolarlık bir silah alımının kamuoyuna mal olması gerekir.
Kamuoyunu aydınlatmak, doğru sorulara doğru yanıtları vermek... Örneğin neden 1000 tank da 800 tank değil sorusunu merak etmek ve bu sorunun yanıtını öğrenme hakkını kullanmak!
Neden bu kadar çok helikopter?
Ve daha onlarca, yüzlerce soru.
Silahlı Kuvvetler'in, silah teknolojisinde en ileri düzeyi yakalamayı istemesi meşru olabilir. Ancak unutulmamalı ki bugünün demokrasileri, meşru talepleri daha da meşru kılmak için kamuoylarının desteğine ihtiyaç duymaktalar. Ve böylece kendi varlıklarının meşruiyetini garantilemekteler.
Bu nedenle 31 milyar dolarlık harcamanın akla getirdiği bütün ‘neden, niye, ne kadar, nasıl, hangi kaynaklarla’ sorularının ve yanıtlarının hayati önemi var. Hele birinci ligde, AB kulvarlarında koşmaya aday bir ülkede.
Geçen gün Melih Aşık, Milliyet'teki köşesinde Emekli Hava Korgeneral Şadi Ergüvenç'in şu görüşlerine yer veriyordu;
‘Türkiye’nin büyük ve pahalı bir güce değil, sınırlarını savunmaya yetecek ölçüde bir silahlı güce sahip olması gerekir. Bu gücün toplum tarafından bir külfet değil, onsuz olmaz bir dayanak olarak algılanması şarttır. Böyle olabilmesi askeri gücün, açık biçimde net olarak belirlenmiş, görevleri kabul edilebilir gerekçelere dayandırılmış akılcı, etkin ve esnek yapıda olmasını gerekli kılmaktadır'.
29-31 Mart tarihlerinde Washington'da Türk-Amerikan İş Konseyi toplantısı yapılacak. İş Konseyi dedikleri toplantının silah konseyine dönüşeceği daha şimdiden belli.
Enflasyonla mücadele etmeye ve de AB'ye girmeye kararlı bir ülkede savunma harcamaları ciddi gazetecilerin aklını kurcalar.
Normal koşullarda milletvekillerinin de aklını kurcalaması gerekir. İktisatçıların da bürokratların da.
Paylaş