Paylaş
80'ler kuralsızlığın yıllarıydı. Dünyaya çok pahalıya mal oldu.
Türkiye'ye ‘‘Anayasa bir kere delinse ne olur’’ biçiminde yansıdı. Kuralsızlığın amigoları bunu ‘‘sivilleşme’’ ve ‘‘demokrasi’’ diye adlandırdılar.
Bu zihniyet, bir bayrak yarışı gibi ‘‘kuralsızlıkla çektirilen fotoğrafla’’ 2000'lere kadar uzandı. Türkiye'nin 21. yüzyıl ufkuna da musallat olacakken bir şeyler ters döndü.
Bugün Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın cumhurbaşkanlığına seçilmesinin toplumda yarattığı rahatlığı aslında Türkiye'nin hukuk toplumu olma yolundaki özlemiyle açıklamak gerekir.
80'lerde yaptığım bir dizi söyleşiyi anımsıyorum.
Siyasette, yerel yönetimlerde ve kilit noktalardaki ‘‘mühendis iktidarını’’.
Hukuk'u küçümseyen bazı mühendis kadroları kuralsızlığın altyapısını ‘‘döşerken’’, ‘‘Hukukçu laf üretir, biz ise iş üretiriz’’ diye yüksekten atıyorlardı.
Bu kesime göre iş üretmenin dinamiği Anayasa'yı ve kuralları delmekti.
Hukuksuzlukla kurulan ‘‘ittifak’’ önce yolsuzluğu, hırsızlığı ve avantacılığı doğurdu. Sonra toplumdaki ciddi değer erozyonuyla hukuksuzluğun meşruiyeti sağladı.
Ve işin çapı büyüdü. Geniş kadroları kapsama alanına aldı. Susurluk'ları inşa etti. Faili meşhullerin sırtını sıvazladı. Metin Göktepe'yi öldürenlerle Susurluk'un failleri hep ‘‘hukuksuzluğun üstünlüğünden’’ medet umdular.
Önceki gün Başbakan Ecevit, ‘‘yıllardır karanlıkta kalan siyasal nitelikte cinayetlerin birbiri ardından aydınlığa çıkartıldığını’’ söylüyordu. Başbakan'ın belirttiği karanlık alanın da kod adı ‘‘hukuksuzluktu’’ işte.
Bir gece yani 17 Ağustos'da ‘‘kuralsızlık altyapısının’’ yirmi bin insana mezar olması gibi.
* * *
Bugün bir hukuk adamının Zirve'ye taşınması, ‘‘hukuk’’u yeniden keşfetmek ve keşfettirmek için bir fırsat olmalı.
Avrupa Birliği'ne tam üyelik aşamasında ‘‘uyum yasaları’’ denen de bu zaten.
Avrupa'nın ‘‘kurallar bütünüyle’’ yaşama reflekslerini geliştirmek gerekiyor.
Böyle bir kavşakta Türkiye!
Sadece İngilizce konuşup bilgisayar kullanarak ve de özelleştirme yaparak bir ‘‘uygarlık beraberliğinde’’ etkili olmak mümkün değil.
Globalleşmenin bir boyutu da ‘‘uluslararası kurallar bütününe’’ katılmak zaten.
Yoksa para, bugünkü kadar kolay olmasa da dün de sınırları aşıp elini kolunu sallayarak dolaşıyordu.
Bugün gelişmiş demokrasiler yeni bir yaşam düzeyi ve standardının mimarisiyle meşguller. Bunun da temelini ‘‘hukuk bilinci’’ oluşturuyor. Bu nedenle daha lise yıllarından itibaren bazı hukuk kavramlarının müfredata girmesi söz konusu artık.
Fransa'da bilim dünyasını bir araya getiren ‘‘21. yüzyıl ve eğitim’’ konulu bir dizi toplantıda ‘‘hukukla’’ ‘‘lise öğrencilerini’’ tanıştırma fikrinin bir 21. yüzyıl gereği olarak gündeme gelmesi bu gelişmenin en belirgin işaretiydi.
Hukukçu Nobert Rouland bildirisinde belirttiği gibi, lise çağındakilere ulaşmak için ‘‘hukuk’’un ‘‘özgürleştirici’’ yönünün ön plana çıkartılması gerekli.
Demokratik toplumlarda ‘‘hukuk’’un bireysel hakların korunması fikrine dayandığı anımsatılarak.
Karşısındakinin haklarına saygı duyarak kendi değerlerine sahip çıkma hakkını kullanmak ve bunu sosyal hayatın vazgeçilmez bir uzlaşma noktası olarak sunmak!
İnsan hakları kavramının ‘‘özgürlük’’ ve ‘‘hoşgörü’’ temalarını çerçevelediğini her zaman hatırlatmak.
Bu kavramların ve tartışmaların dışında kalan bir kuşak istediği kadar bilgisayar kullanıp borsada hoplayıp zıplasın, ileri değerlerin sahibi ve yönlendiricisi olamaz.
Çünkü tek başına kalkınma uygarlık değildir.
Insight Turkey Dergisi'nin Ocak-Mart 2000 sayısında Dr. Üner Kırdar Türkiye'nin artık uluslararası ‘‘hukuk’’un parçası olmaya karar vermesi gerektiğini belirtiyor. Saygın bir global aktör olmanın ön koşulu bu.
Türkiye uluslararası hukukun neresinde sorusunu bugüne kadar tartıştı mı?
İç ‘‘hukuk’’ta ya da uluslararası ‘‘hukuk’’ta gençliğin gündeminden ‘‘yarınların’’ temalarını çalmak bağışlanabilir mi?
* * *
Uğur Mumcu operasyonunun sağduyulu bir duyarlılık içinde izlendiği şu günler ‘‘hukuk’’u talep etmenin de fırsatı olmalı. Saygın bir hukukçu ve gazeteci olan Mumcu'ya sahip çıkmak ve de gelecek kuşakların yarınlarını aydınlatmak için!
Paylaş