Paylaş
Dünya Kupası'nın final maçını televizyondan izlerken tek özelliğim iki milyar seyirciden sadece birisi olmamdı.
Sanırım büyük bir futbol bilgisine ihtiyaç yoktu, daha ilk dakikalardan itibaren Fransız savunmasının gücünü saptamak için. Ve hemen sonra görüldü ki Fransa bir takım olarak sahadaydı, Brezilya ise starlarını koşturuyordu. Süper star Ronaldo'dan beklenen gelmeyince moral sıfırlandı. Diğer starlar da hız kestiler.
Brezilyalı on birler göçtüler. Sonuç Fransa 3 Brezilya 0.
Bu arada, Türk ‘tiki’ gençliğinin (yabancı marka giymeyi marifet sanan) gözdesi Nike spor ayakkabı, tişört vs'.yi üreten dev firma da oynadığı kumarı kaybetti. Nike'in yöneticileri herhalde Brezilya'nın üstünlüğüne o kadar inanmışlardı ki çentik işaretine benzeyen Nike ayrıcalığını Brezilyalı futbolcuların formalarına yapıştırmışlardı. Onlar da yanlış atlara oynamış oldular. Reklamlar havada kaldı. Fransa, Dünya Kupası'nı kaptı.
Nedense bizim ‘tiki’ geçliğin bir diğer gözdesi Fransız spor malzemesi üreticisi Lacoste ortada yoktu. Onlar da mı ‘vizyonsuz çıktılar’ yoksa cimrilik mi yaptılar?
Belli değil.
Peki pazar günü itibariyle dünyayı saran Ronaldo efsanesi bitti mi? Muhtemelen, diğer sporcularla birlikte Brezilya takımının işi iyice zorlaştı. Özellikle de starların, çünkü star mesleklerinin yenilgilere tahammülü yoktur.
Kadın erkek, genç ihtiyar herkesin kendisini teknik direktör saydığı yüz altmış milyonluk Brezilya'da muhtemel bir yenilgi sonucunda neler olabileceğini en veciz biçimde takım kaptanı Dunga söylemişti: ‘Kazanırsak kimse heykelimi dikmez ama kaybedersek beni öldüreceklerini biliyorum’.
Fransa cephesine gelince, işler daha ilginç burada.
Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı de Gaulle'ün de dediği gibi bir ‘grandeur’e yani ‘büyüklük’e ihtiyacı vardı Fransızlar'ın. İşte Fransız toplumu bunu yakaladı 21. yüzyıla girerken.
Şimdi Kupa Zaferi'ni Fransız hükümetinin popüler başbakanı Jospin kapitalize edecek. Turgut Özal da bunu yapmaya çalışmıştı, Naim Süleymanoğlu'yla Ankara sokaklarında otobüs üstünde dolaşarak. Tabii ki bu işin de sonu gelmedi. Hele kendisine hiç yaramadı.
Sanırım, bugün 14 Temmuz'u yani ulusal bayramını kutlayan Fransa uzun süreden beri özlemini duyduğu ‘yaşama sevincini’ yeniden keşfediyor. İşsizliğin ve dışlanmışların toplumda yarattığı bütün sorunlara rağmen Fransa yıllardır ilk kez Jospin hükümetiyle bir ‘yeni’yi yakalıyor.
Bugün, Dünya Kupası'yla simgeleşen bu ‘yeni’yi güven duygusunun keşfi diye tanımlamak mümkün. Fransa'da sokaktaki insan, ‘artık siyasetçilerin söyledikleriyle yaptıkları arasında bir tutarlılık var’ diyor.
Bu arada Fransa gibi otoriterliğin prim yaptığı bir toplumda Başbakan Jospin, kararlı fakat son derece alçakgönüllü bir tutumla yeni bir liderlik modeli uyguluyor. Ve de bu model güven duygusunu geri getiriyor.
Bunlar modern dünyanın değişik üsluptaki politikacıları.
Dünya Kupası zaferinin rüzgarı galiba en çok Jospin'e yarayacak. Ve de Jospin, gecikmiş reformları halkına daha kolay anlatma imkanını yakalayacak.
Paylaş