Paylaş
Önceki gün iki genç kadın akort etti bütün Türkiye'yi.
Kışlalı'nın kızları Dolunay Uluç ile Altınay Kışlalı'nın basında çıkan demeçlerinden sözediyorum. İki kız kardeş en acılı günlerinde onurlu, vakur ve yön verici sözleriyle Türkiye'yi karanlığa boğmaya and içmiş güçlerin iğrenç oyununu bozuyorlardı. Birkaç sözle ifade edilmiş bir insanlık ve de siyasi bilinç örneğiyle. Şöyle diyorlardı:
''Kışlalı'nın katli kader değildir. Bu olay, Türkiye'nin acı senaryoları ve değişmesi için hep birlikte mücadele edilmesi gereken gerçekleridir.
Terörizme, hedefine ulaşma şansı tanınmamalı, şiddete başvuranların emellerine fırsat verilmemeli diye düşünüyoruz.
İçimizde büyük bir acı ve burukluk var, ama kin yok.
Bu cinayetten sonra korkmadık, korkmuyoruz.
Tüm halkımızı Atatürk çizgisinde, kardeşçe, elele, uyguarlığın üst basamaklarına doğru ilerlemeye, demokratikleşme çabalarına katkıda bulunmaya, şiddete başvuranları dışlamaya, insanca yaşamanın ve insanca ölmenin mücadelisini uygur ve demokratik yöntemle sürdürmeye, kışkırtmalar karşısında sakin ve güçlü olmaya çağırıyoruz.‘‘
Türkiye'de ileri ülkelerin düzeyini yakalama mücadelesi verenlerin ve de bu düzeyi kendi toplumuna layık görenlerin söylemi bu. Bu söylem, gücünü yüzyıllardan beri bu topraklarda yaşayan insanların beraberlik albümlerindeki ortak anılardan alıyor. En hüzünlü günde dile getirilen ‘‘İçimizde büyük bir acı var, ama kin yok’’ cümlesinin başka bir yorumu olamaz.
Böylesine vakur bir çağrıya Mavi Çarşı faciasında kızını yitiren orta yaşlı bir kadını ağzından duymuştum. ‘‘Bu o kadar büyük bir acı ki, dünyada hiçbir toplumun bunu yaşamasını istemem’’ diyordu kızını kaybeden anne.
Türkiye'nin gitmek istediği yönü işaret ediyor bu tepkiler. ‘‘Biz bu filmi seyretmiştik’’ teslimiyetçiliği geçerli değil artık. ‘‘Kimsenin kanı yerde kalmayacak’’ta ifadesini bulan üçüncü dünya liderliği de prim yapmıyor. Zaten son zamanlarda bu üçüncü dünya liderliği toplumun karşısına çıkıp ‘‘gerekeni yapacağız’’ cümlesini telaffuz edemez oldu. Depremi, kendilerine özgü bir üçüncü dünya faciasına dönüştüren siyasi sınıfı aynı mantıkla konuşturmadı bu durum. Aynı toplum, faili meçhulleri ve de Susurluklar'ı aydınlatamamış siyasi zevatın Kışlalı'nın ardından melodramik yüz ifadeli üçüncü dünya söylemlerine de izin vermiyor.
Başbakan Ecevit önceki gün Ali Kırca'nın programında ‘‘İsveç'te Palme cinayeti de aydınlatılamadı’’ diyordu. Doğru, aydınlatılamadı. Ancak İsveçli, ‘‘Benim ülkemde cinayetler aydınlatılamaz’’ duygusuna hiçbir zaman kapılmadı. Aradaki temel fark da bu.
Kışlalı'nın kızları, Mavi Çarşı'da kızını kaybeden anne ve gelecek nesillere ileri bir Türkiye bırakmak isteyen geniş kitleler ‘‘Benim ülkemde deliller yokedilmez. Karanlık trafik kazaları unutulmaz. Ve de bütün cinayetler aydınlatılır’’ inancı ve duygusuyla yaşamak istiyor. Avrupa Birliği ile aynı uygarlık mimarisinde yer almak için verdikleri mücadelenin ekseni de bu!
* * *
Ahmet Taner Kışlalı'yı saygıyla anıyor, ailesine, Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarına, bilim dünyasına, öğrencilerine ve bütün sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Paylaş