Paylaş
Her başarının ardında bir bireysel psikolojik tarihin izleri vardır.
Bunun çok çarpıcı örneğine geçen hafta ölen Sony'nin kurucularından Akio Morita'nın biyografisinde rastladım.
Olay 1953 yılında Almanya'da geçiyor.
Genç Japon mühendis Morita, yemek yediği restoranda kendisine dondurma ısmarlıyor. Ufacık tefecik káğıttan şemsiyeyle süslenmiş dondurma tabağı önüne geliyor. Alman garson káğıttan şemsiyeyi işaret edip ‘‘Bu sizin ülkenizden’’ diyor.
İma ettiği ‘‘Çin işi Japon işi, yani çürük çarık işi’’.
Japon mühendisin yüzü kıpkırmızı oluyor.
‘‘Káğıttan şemsiye’’ göndermesini yapanın da, alanın da iç dünyaları esasında karmakarışık. Alman garson ve Japon mühendis, savaş sonrasının yıkık ülkelerinin bireyler.
Alman'ın travması iki boyutlu.
Bir tarafta yenilmişliğin ezdiği yüksek Alman egosu... Diğer tarafta geçmişini unutmak zorunda olan insanların taşıdığı yitik kimlik. ‘‘Yetim toplumun bireyi’’, karşısındaki ‘‘yenik toplumun bireyini’’ aşağılıyor:
‘‘Káğıttan şemsiye senin ülkenden.’’
Her Japon işadamının başarı öyküsünde böylesine bir utanç duygusunun kamçılayıcı gücü olduğunu söylemek abartı olmamalı.
Savaşı izleyen yıllar; Almanya ve Japonya'nın önünde kalkınma, yeniden dirilme ve kendini ispat etme ödevi bulunuyor. Bir başöğretmenin değil, toplumun kendisine koyduğu bir hedef bu. Toplumun bilinçaltındaki kapalı kutu rekabeti, yeni pazarların fetih planını, kalkınmayı, refahı, güç duygusunu saklıyor.
Savaş sonrasında iki ekonomik dev haline gelecek olan Almanya ve Japonya'nın başarısında girişimcilerin bu psikolojik tarihi çok belirleyici. Sony örneğinde olduğu gibi. Başarıdan başarıya koşan Akio Morita, Japon bayrağını dünyanın her köşesine taşıyacak. ‘‘Káğıttan şemsiye’’ üreten ülkenin rotasını değiştiren sanayici kimliğiyle. Ama Alman garsonun aşağılamasını hiçbir zaman belleğinden çıkartmayacak.
Küresel başarıların silemediği bir duygu mu bu?
Bu soruyu, Sony'nin bugünkü başkanı ikinci kuşak Japon işadamlarından İdei şöyle yanıtlıyor: ‘‘Bizden önceki kuşak yabancı işadamları karşısında aşağılık kompleksi duyardı. Morita gibi. Morita, yaşayan aşağılık kompleksiydi.’’
Morita'nın öyküsüne dönersek tabii her káğıttan şemsiye vurgusu bir elektronik dev doğurmuyor. Ama hiçbir başarı da azim olmadan gerçekleşmiyor.
50'lerin ‘‘kalitesiz Japon işi’’ imajının 80'lerde ‘‘mutlak kalite’’ damgasına dönüşmesi öncelikle bir azim meselesi. Temeldeki bu azmi, doğru stratejik kararlar sonuca taşıyor.
1953 yılında Alman garsonun aşağıladığı adam, Time Dergisi'nin sıralamasında bu yüzyılı en çok etkileyen 20 işadamı arasına giriyor. Çünkü Morita, 20. yüzyılın imalat sanayiinin çehresini değiştiriyor. İlk büyük hamlesi transistorlu radyoyla başlıyor. Sonra videoyu piyasaya sürüyor. Walkman ve kompakt diskle orta sınıfın yaşam biçimine müdahale ediyor. Ürettiği elektronik eşya ile orta sınıfın nasıl eğleneceğini belirliyor.
Amerika'nın elinden imalat sanayiinin anahtarını alıyor. Morita, ‘‘Amerika bu anahtarı kaybettiğine göre artık sanayi ülkesi statüsünü de yitirdi. Ama Amerikalı siyasetçiler bu gerçeği anlamıyorlar’’ diyor. Amerikan gazetelerinin manşetine oturuyor.
Káğıttan şemsiyeye mahkûm olmamanın yolu dünya rekabetinin maratonculuğuna soyunmaktan geçiyor. Japon yönetimi savaş sonrasında bu gerçeği görmekte gecikmedi. Bu, her şeyden önce bir idrak işiydi.
Önce utanacak kadar idrakli olmak, sonra da azimle hedefe koşmak. Mucizelerin kırk çeşit tanımı da yok galiba.
Paylaş