Paylaş
Başkomiser Süleyman ıslattığı çocukları hortumla dövermiş. Belli ki adam ağır derecede psikopat.
İşkence yaparken değişik renklerde hortum kullanırmış. Belli ki adamın hortum, renk, ıslaklık ve çocuk takıntısı var.
Zaten lakabı ‘‘hortumcu Süleymanmış’’. Dayak atarken çocuklara ‘‘Hangi rengi istersin’’ diye espri yaparmış. Esprisinin düzeyi de bu.
Hortum takıntılı işkencecinin efeliği çocuklaradır. Bu tür psikopatlar banka hortumlayanların gönüllü gardiyanlığını yaparlar mesala. ‘‘Ülke seninle gurur duyuyor’’ cuların bir kutsal ittifakıdır bu. Çocuk dövüp, yalakaya secde ederler.
Aslında ağır hastadırlar.
İşkencecinin ve işkenceciyi savunanın sağlıklısı olur mu?
Yıllardır bildiklerimizin teyidi çıkan bütün bu haberler. Artık Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun araştırmalarına konu olacak kadar ayyuka çıkmış gerçekler.
Bu haberle ‘‘iyimser bir yazı yazma’’ kıvamını yakalıyorum.
Saliha Çolak'ın geçen hafta Milliyet'teki ‘‘Resmen amblemli işkence’’ başlıklı haberi, yıllardır ‘‘münferit’’ diye geçiştirilen ‘‘işkenceyi’’ somut bulgular ve ifadelerle ortaya koyuyor. Yani yazılıp dökülenler Uluslararası Af Örgütü'nün ‘‘önyargıları, bölücülüğü, kem gözü, kıskançlığı’’ filan değil. Düpedüz yerli gerçeğin yerli tespitleri.
İşkence meydanda. Meydan dayağı değil hortum dayağı atılıyor. İşkenceyi ortaya çıkartanlar belli. Yani ‘‘bir şeyleri bulduk, buluyoruz, dış parmak, iç düşman kolaycılığıyla’’ bol keseden gündem karalaması yapılmıyor. Boğaz turunda kalamar yutarken ‘‘Mucize yaratıyorsunuz’’ gevelemesiyle üçüncü dünyalı zevata mavi boncuk filan dağıtılmıyor.
TBMM İnsan Hakları Komisyonu yapması gerekeni, yani görevini yerine getiriyor.
Komisyon Başkanı DSP Aydın Milletvekili Dr.Sema Pişkinsüt ve diğer üyeler demokratik ülkelerdeki ‘‘milletvekili’’ normlarını uyguluyorlar.
İnsanlık suçunun, insanlık ayıbının üstüne gidiyorlar.
Ve de ortaya işkencenin kitabını çıkartıyorlar. 12 Eylül sonrasının seçilmişleri görevlerinin bilincinde olsalardı yıllar önce ciltleri doldururdu bütün bu hortumcular, falakacılar, elektrikçiler.
TBMM İnsan Hakları Komisyonu Türkiye'de geçerli olan ‘‘işkence yöntemlerini’’ tespit etmiş.
İşkenceci Süleymanlar, Mehmetler, Aliler, Veliler işkence yapmadan önce çırılçıplak soymayı severlermiş. En yaygın yöntem falakaymış. Falakanın tarihten kalan kültürel bir boyutu olduğunu biliyoruz. Bu nedenle yadırganmıyor hatta hoşgörülüyor. İstanbul Valisi'nin falakaya olan engin hoşgörüsü gibi. Milletvekillerinin İstanbul'da bir karakolda bulduğu falaka ve filistinaskısını ‘‘birileri bir sopa bulmuş'' diye niteleyebilmişti. Vali Bey hála yerinde oturabiliyor.
Bu tür Vali Beyler'den ilham ve destek olan hortumcu, elektrikçi, falakacı ve bilmem necilerin bir tutkusu da ayakları çubuğa bağlayıp sopayla vurmak ve de iz kalmasın diye tuza bastırmakmış!
Ve daha bir dizi örnek!
Şimdi bundan sonra ne olacak? İşkencenin üzerine kararlılıkla giden milletvekilleri işkenceye karşı hukuk devletinin kurumlarını harekete geçirebelecekler mi?
İşkencecilerden hesap sormak mümkün olacak mı? Meclis üyeleri işkencecilere emir verenleri kitaplaştırabilme cesaretini gösterebilecekler mi?
‘‘Türk mucizesine’’ giden yolun ‘‘el kitabı’’ bu işte. Yoksa bu işkembeden atılan ‘‘ekonomik mucizelerden’’ gına geldi!
Mucizelerin gerçek olduğunu varsayalım işkenceci bir devletin ‘‘ekonomik mucizesinin’’ kime yararı olur ki?
Paylaş