Paylaş
İŞ olacağına vardı.
Kötü muamelenin, insani duyguları iptal etmenin yürümeyeceği belliydi.
Gerçekten öyle oldu. Şimdi Amerikan şirketleri ‘‘personelimize iyi davranalım’’ modasını keşfediyorlar.
Amerikan bilimselliği şirket yöneticilerine ‘‘iyi’’ olmayı öğretiyor. İyilik kursları filan açılıyor. Bir yöneticinin başarılı olup olmadığı personeliyle ilişkilerinin kalitesine göre değerlendiriliyor.
Yani ‘‘çalışanı sorumsuzca işten atan, personeli yıldıran’’ yönetici tipi ‘‘demode’’ ve ‘‘başarısız’’ sayılıyor.
Patronların başına taş düştüğü için bu aşamaya gelinmedi. Sadece rüzgár değişti.
Şirket çıkarının ‘‘personelin kalıcılığında’’ olduğu ortaya çıktı. Bunun anlamı, Japon modelinde olduğu gibi bir şirkete girip ömür boyu çalışmak, bağlanmak, işyeriyle özdeşleşmek değil. Bugün, Amerika'da yaşanan aslında yeni koşulların yarattığı bir ‘‘ara’’ model. Bu da belli bir ekonomik ve tarihsel mantığa oturuyor.
* * *
80'ler ve 90'ların başı, şirketlerin ‘‘personel çıkartarak’’ yeniden yapılandıkları dönemdi. Yeniden yapılanmanın en önemli stratejisi, çalışanları sendikasızlaştırmak oldu. Böylece ‘‘kafana göre takıl, kafana göre işten çıkart’’ neredeyse sadistçe bir uygulamaya dönüştü. Ortada iş güvencesi filan kalmadı. Kalmadığı gibi çalışanın hakkını yemek ‘‘gelişme ve modernleşme’’nin markası sayıldı. Şirketlerde insani reflekslerin zayıflaması ile borsadaki arsızlık arasında bağlantılar filan kurulmaya başladı.
Amerika'dan esen ve Türkiye gibi kendi ‘‘şirket modelini’’ geliştirememiş ülkelerin yelkenlerini şişiren bir rüzgárdı bu.
Bu dönemde Amerika'da şirketler yeniden yapılandırılırken çalışanlara ‘‘Burada uzun vadeli bir gelecek beklemeyin. Ama gene de azami performans gösterin’’ deniyordu. Bu söylem şirkete ‘‘bağlanma’’ yerine sürekli ‘‘yeni bir iş umut etme’’ kültürünü yarattı. Sonuçta biraz daha iyi koşulda iş bulan, çalıştığı şirketi terk etmekte hiç tereddüt etmedi.
Bugün gelişmekte olan e-ekonominin şehvetle yararlandığı bir durum bu. Yeni kurulan şirketler, işyerini terk etmeye hazır olan elemanları kapışıyorlar.
İşte tam bu konuda rüzgár başka bir yönden esmeye başlıyor.
Ve yöneticiler personeli tutabilmek için ‘‘iyi insan olma kültürüne’’ sarılıyorlar.
Örneğin, güler yüzlü olmayı öğreniyorlar. Çalışanın sorunlarıyla ilgileniyorlar.
Çünkü personelle yapılan anketler, ‘‘insanların çalışmak üzere işe girdiklerini, çoğu zaman da yönetici yüzünden işten ayrıldıklarını’’ ortaya koyuyor.
Geçenlerde New York Times Gazetesi'nin yayınladığı, 500 şirkette 2 milyon kişiyle yapılan bir anketin sonucu bu. Bu aşamada Amerikan pragmatizmi Amerikan kapitalizmine ‘‘iyilik aşısı’’ yapmak gerektiğine karar veriyor. Ve de kararını uygulamaya koyuyor.
Şimdi biz ne tür bir aşı ithal edeceğiz.
80'lerde piyasaya sürülen ‘‘çalışanı horlama’’ ve ‘‘iş güvencesini iptal etme’’ aşısı gümrüksüz daldı bu ülkeye. Bu da ANAP'sal reflekslere pek uygundu ve de ‘‘çağ atlama’’ palavrasıyla pazarlandı.
* * *
Bugün bir şeyler değişiyor. Bu değişimin bize de yansıması çok doğal. Bugüne kadar kendi modelini geliştirememiş olan Türk iş dünyası bakalım şimdi nasıl bir rota izleyecek?
Türk özel sektörünün ‘‘demokrasiden, başkanlık sistemine ve eğitim sorunlarına’’ kadar her konuda fikri vardır da nedense ‘‘kendisinin’’ bugüne kadar ‘‘bezirgánlık’’ düzeyini bir türlü aşamadığı noktasında sus pustur! Oysa hatası ve sevabıyla İngiliz, Alman, Fransız şirket kültürünün özellikleri bellidir. Ve de sürekli tartışma konusudur. Türk şirket kültürü nedir? Bu kültürün sadece bir boyutu olan işçi-işveren ilişkilerinin özelliği nedir?
Özel sektör, çalışanlarıyla kurumlaşır. Bu nedenle de ‘‘işçi-işveren ilişkileri’’ kurumlaşmanın çok önemli bir unsurudur.
‘‘Şirket yaratıp kurumlaştırmak’’ ile ‘‘el yordamıyla şirket yönetmek’’ arasındaki temel fark anlaşılmadığı sürece bezirgánlık ‘‘dinamizm’’ diye pazarlanır. Ve de yıllarca aynı film izlenir.
Acaba Amerika'dan ithal ‘‘hızlandırılmış iyi insan olma stajları’’ ne zaman başlayacak dersiniz? İnsanlara kötü muameleyi tam meşrulaştırmışken, nereden çıktı bu oyunbozanlık demeyecekler mi?
Paylaş