Paylaş
Önce bir gerçeği çok net biçimde ortaya koymakta yarar var.
‘Türkiye’ye kapı açıldı açılmadı', ‘Avrupa Konferansı’na çağrıldı çağrılmadı', tartışmalarının hiçbir anlamı kalmadı Lüksemburg toplantısından sonra.
Bunu en veciz biçimde dile getiren, dünyanın en gözde kara para aklama merkezlerinden birisi olan Lüksemburg'un başbakanı oldu.
Lüksemburg Başbakanı, ‘ayırımcılık kararlarını’ açıkladığı tarihi basın toplantısında, ‘tarihle coğrafya buluştu’ dedi ve onbirler'in katılımıyla Avrupa haritasının yeniden belirlendiğini dünyaya duyurdu.
Basın toplantısını naklen veren Amerikan televizyonu CNN de, bu mesajı gayet iyi değerledirdiği için basın toplantısından sonra Lüksemburg Başabakanı'na yöneltilen soruların sadece Türkiye'yle igili bölümlerini ekrana getirdi. Sonra yayını kesti.
Çünkü gerisi fasa fisoydu.
Yani Lüksemburg'taki tarihi mesaj, Türkiye'ye yönelik olanıydı.
Şimdi biliniyor ki Soğuk Savaş sonrasının yeni entegrasyon bölgelerinden birisi olan Avrupa'da, Türkiye'ye yer yok. Eğer yer olsaydı, on ikinci aday olarak adı konur sonra bekleme odasına alınırdı Türkiye.
Şimdi Avrupa Konferansı adı altında, cin Avrupa diplomasisinin kabak çekirdeği niteliğindeki bir entellektüel rahatlama formülü ortaya atılıyor. Bu Konferans'ın hiçbir siyasi ağırlığı olmadığını tekrarlamanın anlamı olmasa gerek.
Avrupa dosyasını yakından izleyenler, Soğuk Savaş sonrasında, Avrupa başkentlerinde ‘ayırımcılığa’ yönelik Avrupa reflekslerinin nasıl oluştuğunu bilirler.
Bunu sezen pekçok Avrupalı aydın, ayırımcılık tehlikesine karşı Avrupa hükümetlerini ve kamuoyunu uyarmak ihtiyacını hissetmiştir.
Yazdıkları makaleler, yayınladıkları mükemmel kitaplarla.
Ayırımcılığın miladıdır Lüksemburg Zirve'si...
Eğer Avrupa gerçekten, Türkiye'yi bu entegrasyonun bir parçası olarak görseydi kesinlikle ‘onbirler’in dışına çıkartmazdı.
Bu noktadaki kararlılığının tek aktif sembolü de bu olurdu.
Şimdi Avrupa Konferansı denilen formülle, yarışa girmeyecek atlete, ‘arkadaş sen kenarda biraz çalış’ denmek isteniyor.
Türk hükümetinin çok ölçülü ve kararlı açıklamasından sonra paçaları sıvayan ve ısrarla Lüksemburg'taki stratejinin Türkiye'nin leyhine olduğunu savunan Avrupalı liderlere sormak gerekiyor.
Önce dünyaya yeni bir rüzgar getirdiği düşünülen Tony Balir'e.
Zirve sonrasında yaptığı, ‘Türkiye’yle çalışabiliriz, Türkiye tam üye olabilir' şeklindeki ifade ne anlama geliyor? Dönem başkanlığı İngiltere'ye geçtiğine göre, İngilizler'in bu konuda çok daha dikkatli mesajlar vermeleri gerekmez mi?
İngiliz diplomasisi tam üyeliği telaffuz ediyorsa, bu konuda takvim verebiliyor mu?
İktidara gelmeden önce, Kıbrıs'ta Türkiye'nin hiçbir hakkı yoktur diyen bugünkü İngiliz Dışişleri Bakanı Cook şimdi ne düşünüyor? Kıbrıs konusundaki hassasiyeti dikkate alınırsa, İngiliz diplomasisinin tavrı nedir?
Avrupa Birliği'nin Ankara'daki temsilcisi Michael Lake, bundan birkaç yıl önceki bir toplantıda, Türkiye için bir özel statüden söz etmişti.
Bu, acaba İngiliz diplomasisinin bir terminolojisi mi yoksa Avrupa Birliği'nin mi?
Madem tam üyelik kapısı kapanmamış, buradaki strateji nedir? Onbirlerin tam entegrasyonu gerçekleştikten sonra mı, Türkiye gündeme gelecek?
Araya başkaları da sıkışacak mı?
Türkiye, tam üyeliğe adaylığı 1963 antlaşmasıyla elde etmişti. Bugün, türkiyenin dışlandığı ilan ediliyor sonra adaylığa adaylık için yeni koşullar öne sürülüyor, bunun uluslararası hukuktaki anlamı nedir?
Bir de Kohl'ün yaptığı bir açıklama var, ‘Türkiye, diğer adaylarla aynı muameleyi gördü’ şeklinde.Bu açıklamaya karşı verilecek tepkiyi de sizin yaratıcı gücünüze bırakıyorum.
Paylaş