Paylaş
Her kesim kendi ‘‘kimlik bunalımına’’ göre bir cumhurbaşkanı tanımı yapıyor.
Batı karşısında ezilip büzülenler ‘‘Mutlaka dil bilsin’’ koşulunu getiriyorlar. Bu takıntının adı ‘‘Bizi dışarıda iyi temsil etsin’’ şeklinde bir üçüncü dünyalı kompleks aslında.
İyi temsilden anladıkları da mümkünse karı-koca İngilizce konuşmak. Bilmem ne marka takım elbise giymek, spor yapmak vs. Son moda saç kesimi, pantolon modasından diz boyu etek modasına hızlı geçiş. Batı'nın plastik yönüne tam uyum. Entelektüel boyutunu ise tam ıskalama.
Kırk yıllık gecikmeyle ‘‘demokrat olanlar’’ ‘‘Cumhurbaşkanı asker kökenli olmasın’’ diyorlar. Ama 12 Mart'tan 12 Eylül'e kadar bütün askeri müdahaleleri can-ı gönülden desteklemiş büyükelçi, bürokrat, işadamı formatının Köşk'e çıkmasına itiraz etmiyorlar. Türkler'in en belirgin özelliği derin hafıza kaybı olduğuna göre!
Milliyetçi muhafazakár kesim, ‘‘milli ve manevi’’ değerlere sahip bir cumhurbaşkanı arıyor. Onu da bulmak aslında zor değil. Merkez sağda garip ihaleler kovalayanların her biri ‘‘milliyetçi ve muhafazakár’’ değil miydi?
Hırsızlıktan bunalmış bir kesim var ki, o da ‘‘Çalıp, çevresine çaldırmasın da ne olursa olsun’’ diyor. Siyasi ahlakın sıfırlandığı ve sıfırlatıldığı bir ortamda asgari taleplere mahkûm olmuş geniş bir kitlenin sesi bu.
Gazetecilerin de adayları var tabii ki. Sütunlarını ‘‘rokoko’’ stili koalisyon mimarilerine, başbakan atamalarına ve de her türlü siyasi ve sosyal mühendisliğe ayıranların cumhurbaşkanı konusunda sessiz kalmaları düşünülür mü?
Bu arada partilerarası istikrar dengelerine göre ‘‘Cumhurbaşkanı Meclis içinden olsun-dışından olsun’’ tartışmaları bütün ilkelliğiyle sürüyor.
Bu hengámede ‘‘kadın cumhurbaşkanı’’ ciddi bir alternatif olarak görülmüyor. ‘‘Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi’’ gibi Tansu Çiller vakasından sonra bu konudaki sessizliği anlamak zor değil.
Her birimizin özenle uyguladığı bir tür otosansür bu. Süleyman Demirel'in siyasi başarılarından bir tanesi daha.
Bu noktada anımsamak gerekir ki İran'da yapılan son cumhurbaşkanlığı seçimlerine, yedi kadın adaylığını koymuştu.
* * *
Bütün bu tanımlar aslında büyük bir eksikliği, olmamışlığı, özgüven noksanlığını, kısaca ciddi ruhsal problemleri yansıtıyor.
Kimse çıkıp da ‘‘Bizden, kendimizden birisi olsun’’ diyemiyor.
Bu ne kadar harabeleşmiş bir ruh halidir?
Cumhurbaşkanı'nın ‘‘Türkiye'yi iyi temsil etmesi için dil bilmesi gerekiyormuş.’’ Dil bilecek ama, global dünyanın insan hakları diline hákim olmayacak. O zaman bildiği dille ne anlatacak?
Ülkesi adına hangi siyasi başarı öyküsünü dillendirecek?
Tansu Çiller İngilizce şakıyordu. Esmerler ülkesinin ‘‘sarışınıydı’’. Clinton'ın halini hatırını İngilizce sordu. Sonra ne konuştu? Türkiye için hayati önemdeki hangi dosyanın müzakeresini yapabildi?
Mesut Yılmaz bildiği Almanca'yla ne anlatacak? Bize anlatamadığını Almanca'ya mı tercüme edecek?
Söyleyecek sözü olmayanların dil bilmesi neye yarar ki?
Cumhurbaşkanı, Türkiye'yi temsil edecekmiş. Büyükelçi mi atıyoruz yoksa cumhurbaşkanı mı seçiyoruz?
Bütün bu tanımlar ‘‘gerekli’’ fakat ‘‘yeterli’’ şartlar değil.
Bugünün dünyasında, özgün politikaları küresel potaya taşımak ve orada yarıştırmak marifet. Bunun önkoşulu da özgüven.
Dil bilmekle de özgüven geliştirilmez.
Kohl yabancı dil bilmezdi. Pek muteber bir politikacı sayılmamakla birlikte Soğuk Savaş sonrası dönemde dünya siyasetinde önemli rol oynadı.
Yeltsin tek kelime yabancı dil konuşmuyordu. İstediği zaman istediği adama derdini anlattı. Blair'in yabancı dil diye bir problemi var mı sanmıyorum. İspanyollar AB'ye girinceye kadar hiçbir yabancı dil konuşmazlardı. Ama kendi Avrupa politikalarını oluşturmakta ve anlatmakta hiç zorluk çekmediler.
Tek bir Japon'un ‘‘İmparator, Japonya'nın Batılı yüzünü yansıtsın’’ demeyi aklına getirebileceğini sanmıyorum.
Günlerdir uzayıp giden şu cumhurbaşkanı tanımları öyle hüzün verici ki!
* * *
Değerli arkadaşım ve meslektaşım Umur Talu'ya bir yazısı üzerine Ali Çetin Şener'den gelen seviyesiz yanıtı okudum. Mektubun üslubu Türkiye'de son yıllarda türemiş olan bir insan tipini yansıtıyor. Yalakaların şımarttığı bir güruh bunlar.
Asıl acıklı olan, bu seviyenin devletin en üst makamının bu kadar yakınında bulunabilmesi. Ali Çetin Şener'in söz sahibi olduğu bir düzende cumhurbaşkanı isterse on dil konuşsun ne yazar!
Paylaş