Paylaş
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Fransa ziyareti çok görkemliydi.
Doğru.
Fransa'nın diplomasi geleneğinde sembollerin dili çok önemlidir. Semboller en rafine dili kullandı.
Türkiye-Avrupa ilişkilerinde en kritik günlerin yaşandığı bugünkü dönemde Fransa, Türkiye'nin gönlünü almak istedi. Ve bunu bedavaya getirmeye çalıştı. Bu hedefe ulaştığı söylenebilir.
Demirel-Chirac zirvesinden çıkan Türkiye açısından önemli sayılabilecek birkaç nokta var.
Kıbrıs-AB üyelik görüşmelerinde Kıbrıs heyetinde Türk temsilci bulunmadığı takdirde Fransa, görüşmelerin yapılmasını engelleyecek.
Kıbrıslı Rumlar S-300 füzelerini Ada'ya yerleştirmeye kalkarlarsa Fransa, AB görüşme sürecini sona erdirecek.
Bu girişimle Fransa, kendisini çok fazla angaje etmeden ‘Avrupa’da Türkiye'yi destekleyen ülke imajını' yenilemek istiyor. Son zamanlarda rafa kaldırdığı Akdeniz politikasına yeniden ivme kazandırmaya çalışıyor.
Chirac, ‘Avrupa’da, dümen Almanya'nın elindedir' görüşünü de daha aktif bir dış politikayla silme peşinde. İç politikadaki başarısızlığını, ufak tefek dış politika hamleleriyle dengelemeye çalışıyor.
Ama dikkat edilirse, Türkiye-Avrupa ilişkilerinde bir dönüm noktası olan Lüksemburg kararlarının özüne ilişkin en ufak bir değişim işareti yok. Ne Chirac'ın ne de Fransız Hükümeti'nin genel yaklaşımında.
Türkiye'ye karşı en olumsuz tavrı sergileyen Almanya, ‘Lüksemburg kararları sizi dışlamadı. Londra Konferansı’na katılmak Türkiye'nin leyhinedir' mesajını veriyor. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac da Avrupa'nın bu ortak söylemini tekrarlıyor.
Mart ayında yapılacak Avrupa Konferansı'na çok az bir süre kaldı. Chirac'ın Sarayı'nın şıkır şıkır avizeleri, saray muhafızlarının püskülleri falan göz boyamamalı. Fransa'nın bu şıklığına karşı Türkiye iki Airbus alacakmış, sanırım bizden bu kadar jest yeter.
Mesut Yılmaz Hükümeti'nin Lüksemburg kararlarından sonra verdiği tepki doğruydu, haklıydı. Hiç de duygusal değildi.
Kararlı biçiminde bu politikanın sürdürülmesi gerekiyor. Son bir ay içinde Avrupa'da yaptığım bütün görüşmelerde, Avrupa diplomasisi, Yılmaz Hükümeti'nin blöf yaptığı düşüncesindeydi. Şimdi hükümetin tavrının Türk kamuoyu tarafından da desteklendiğinin ve de Lüksemburg kararlarının bir ayırımcılık olarak algılandığının bilincine varmaktalar.
Chirac, Kohl ya da bilmem kim ne derse desin, Avrupa Konferansı'na katılmak Türkiye'ye, tam üyelik perspektifi için hiçbir yarar sağlamayacaktır.
Avrupa Konferası, danışma amaçlı içeriği pekçok belirsizlikle dolu bir toplantıdır. Konferans, kesinlikle Türkiye'yi dışlama kararını telafi edici nitelikte değildir.
Ve de en önemlisi, Avrupa Konferansı'nda genişleme konusu kesinlikle ele alınmayacaktır.
Eğer Konferans, Türkiye'ye biçilen ‘özel statü’ elbisesini giydirmek için bir ön hazırlıksa, o elbisenin dikişleri tutmaz. O elbise Türkiye'yi taşıyamaz.
Bu nedenle Chirac avizeleri Hükümet'i ışınlayıp doğru kararından vazgeçirmemeli.
* * *
DİSK Başkanı Rıdvan Budak, 17 şubat 1998 tarihinde bu köşede yayımlanan ve de bir sağ hareketin DİSK tarafından da desteklenmesini eleştiren yazıma karşılık şu açıklamayı göndermiştir: ‘Demokratik hak arama hareketini desteklediğim ve de bu hareketin düzenlediği gezilere katılacağım yolundaki haberler asılsızdır. Bu konuda ne bilgim var ne de davet aldım. Kaldı ki siyasetin sağ kulvarındaki politik manevralarla, ömrü boyunca solda yer almış bir örgütün Genel başkanı olarak ne benim ne de örgütümüzün diğer yöneticilerinin hiçbir ilişkisi olamaz. DİSK olarak bugüne kadar Tansu Çiller’e yönelik çeşitli eleştirilerde bulunduk. Ama Tansu Çiller'in DYP'den ayrılması ya sağ siyasete ilişkin başka bir senaryo bizi hiç ilgilendirmez.'
Paylaş