Paylaş
Prof. Oktay Yenal Milliyet'te yayınlanan yazısında ekonominin, IMF ile anlaşılarak başlatılan programla uçurumun kenarından döndüğünü belirtiyor.
Ekonominin uçuruma doğru tam gaz gittiğini uzun süreden beri söyleyenlerden biriydi Prof. Yenal. Dolayısıyla bu saptaması benim için pek şaşırtıcı olmadı.
Yazının, kanımca en ilginç noktalarından birisi son bölümü. Şöyle diyor Oktay Yenal:
‘IMF anlaşmasının bir yönü var: Programın her parçasını Türkiye kendi kendine yapabilirdi. Acı olan, iktisat ilminin işaret ettiği önlemleri kendimiz alacağımıza, gidip yabancıların koşullarına teslim olmamız. ‘Biz kendimizden emin değiliz, siz gelip bize reçeteyi veriniz. Sonra da her üç ayda bir gelip ilacı alıp almadığımızı denetleyiniz' demeniz.
Bir anlamda, Türk halkının Meclisi'ne ve hükümetine verdiği yetkileri götürüp yabancı organlarla paylaştık. Başka ülkelerin IMF ile imzaladıkları programlarla kıyaslandığında iç piyasalarla bu derece bağlantılı ve bu ayrıntıda bir niyet muktubuna Türkiye'nin láyik olmadığını düşünüyorum.
Tanzimat'ta Áli Paşa ‘Yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor, aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkán yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız, o kuvvet de sefaretlerdir' diyordu.
Bizim hálá ‘muşta' ihtiyacı duymamız çok düşündürücü ve acı'.
* * *
Yüzyılları aşıp gelen ‘muşta' ihtiyacının bir açıklaması olmalı. Ya da bir patolojisi!
Alınan kararların içeriğine kimse çok fazla itiraz etmediğine göre asıl tartışılması gereken de bu patolojik durum. Yani hastalık noktasına varan özgüven eksikliği.
Yabancıya duyulan mutlak ‘güvenin' ve kendimize olan ‘özgüvensizliğin' bir kökü mazide. Türk bilim adamının İngilizce yaptığı bir konuşmanın (hele telaffuzu da iyi ise) Türkçe'den daha etkili olabildiği bir ülke burası.
Zaaf bu kadar vahim!
Olayın bugünkü çerçevesine gelince; IMF'nin Türk ekonomisini uçurumdan kurtarma reçetesini Türkiye de hazırlayabilirdi. Peki neden hazırlamadı?
Bu sorunun yanıtı gene bir soru olmalı: Acaba siyasi sınıf durumun farkında mıydı? Yıllardır sürüp giden uygulamalar gösteriyor ki siyasi sınıf çok iyi bildiğini idddia ettiği ekonomide (ağır toplu merkez sağ ağırlıklı hükümetleri kastediyorum) bile Dünya'da olup bitenlerden bihaber.
Ekonomi bürokrasisinin en büyük mahareti ve başarı ölçütü ise ‘günü kurtarma' akrobasileri oldu. Bürokratlar günü kurtarma meziyetleriyle ‘yılın adamı, yılın starı' ödüllerini kaptılar. Sonra ekonomi yönetiminin günü kurtarma olmadığı anlaşılınca da IMF geldi.
Şimdi Cottarelli hak etmiyor mu bu ödülleri?
Diğer önemli bir soru da şu: Türkler, önlem paketi hazırlamaya kalkışsa mevcut durumdan çıkar sağlayan hortumcular bu münasebetsizliğe izin verir miydi acaba? Yani ‘Bu, böyle gitmez' diyen Türk, başka Türk'ün kurduğu kutsal avanta düzenini kırabilir miydi?
Bu da mümkün görünmüyor. Kaldı ki bu çarpık ve yamuk düzen daha düne kadar göklere çıkartılıp ‘Türk dinamizmi' diye pazarlanmaktaydı.
Cottarelli geldi ‘Türk dinamizmine' ‘Türk kaosu' dedi. Derdini anlattı. Pek de makbule geçti!
* * *
O'nu çocukluğumda Semih Amca olarak tanıdım. Daha ileri yaşlarda diplomasi yeteneğiyle tanıştım. Sonra yazarlığının kıvraklığını ve inceliğini keşfettim. Ailemizle olan büyük dostluğu bir ‘Kiraz Ağacı' gibi sahiplenilerek ihtimamla yeşerdi. Semih Amca'yı, Semih Günver'i her zaman saygı, sevgi ve özlemle anacağım. Allah rahmet eylesin.
Paylaş