Paylaş
Genç meslekdaşlarımız mahkemelere gitmeseler, gösterileri izlemeseler, kelle koltukta çekim yapıp sizlere haberleri ulaştırmasalar ne güzel yönetilecek Türkiye.
Ne pembe tablolar çizilecek.
Türkiye'nin önü açık, enflasyon inişe geçmiş, reformlar bitmiş, demokrasi atakta, iktidardaki koalisyon neredeyse bir siyasi uyum belgeseli olmak üzere, mucize saçan ekonomi bakanı sayesinde gelir dağılımı dengelenmekte.
Ve de daha nice güzel haberler.
Başabakan ve çevresinin uçurduğu pembe haberleri delip geçen bir gerçeklik var ki işte ona dokunmanın karşılığı sille, tokat, kötek, küfür, hakaret oluyor bugünkü kaba güç düzeninde. Hızını alamayan en ilkel güdülerini tatmin için döve döve insan öldürürebiliyor. Genç arkadaşımız Metin Göktepe'nin tekmelenerek öldürülmesi gibi.
Arşivimi karıştırıyorum, şiddeti ve şiddetin doğurduğu dehşeti işleyen ne kadar çok yazı yazılmış son yıllarda. Klasik yazılar kontenjanında ön sıralarda toplumu sarmalayan şiddet ilkelliği.
Bence bir gazeteci olarak haber de burada yatıyor...Bir toplumda şiddetin böylesine ‘klasikleşmesi’. Haberin özü bu değil mi? Şiddetin bu kadar doğal, bu kadar yaygın ve de böylesine meşru olabilmesi!
Demokrasiyi, bu ülke insanlarına çok görenlerin kulakları çınlasın. Darbe şakşakçılarının gözü aydın. ‘Farklı düşünceye hoşgörüsüzlüğün’ sonucu budur.
Hiçbir dönemde, gazetecilere bu kadar çok saldırılmadı. Ve hiçbir dönemde bu saldırılar böylesine kanıksanır olmadı.
Ve de hiçbir dönemde genç gazeteciler çalıştıkları kurumlar tarafından böylesine sahipsiz bırakılmadılar.
Biliyorum bugünün gündemi erken seçim ya da ekimde işbaşına gelecek bir zavallı başbakanın kim olacağı...Nasıl bir beklenti, ne gibi bir avanta hesabıysa bu, koca bir ülkenin gündemini bu kısır tartışma belirleyebiliyor.
Ve de bu cazip ve doyurucu hesapların yapıldığı saatlerde gazetecilik görevini yapan arkadaşlarımız Aydın'daki bir duruşmada polisin saldırısına uğruyorlar. Dövülüyorlar, tartaklanıyorlar.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli'nin işaret ettiği gibi ‘saldırı sadece olayı izleyen gazetecilere yönelik değil hukuk devletine ve demokrasiye karşı’...Ekim'de kim başbakan olacakmış'ın hesapları yapılırken hukuk devleti ve demokrasiye yönelik saldırının hesabı mı sorulurmuş!
İşte hastalık burada. Buna tepki gösterememekte.
Çünkü bu toplum artık her olayın, her sorunun galibinin şiddet kullananlar olduğunu görüyor. Bu gerçeği yaşıyor.
Şiddet bir tarz, bir üslup oldu. Olduruldu. Ve topluma dalga dalga yayılıyor.
Bir garip düzen görüntüsü çıkıyor ortaya. Kaba kuvvetin pençesinde, hukuksuzluğu kabullenmiş ve de haksızlığı bir kader gibi benimsemiş.
Mevcut siyasi sınıf mı değiştirecek bu yazgıyı?
Hani Susurluk'u çözmeyen namertti!
Mevcut siyasi sınıf, siyaseten getirisi olmayan davalarla uğraşmaz. Hele birileri de bir yerlerden höt demişse.
Genç gazeteciler olayların peşinde koşmasa, bir avuç köşe yazarı Susurluk'u gündemde tutmasa ne güzel yönetilecek Türkiye.
Öyle değil mi?
* * *
İş adamı Mehmet Nazif Günal bu sütunda yayımlanan ‘Yat’ başlıklı yazıya karşılık şu açıklamayı gönderdi: 10 Nisan 1998 tarihli Hürriyet'teki köşenizde Sn. Başbakan'ın yatımla gezdiğini yazmıştınız. Sn. Başbakan'ın gezdiği yat bana ait değildir. Yat daveti de bana ait değildir. Hali hazırda bendenize veya hissedar olduğum firmalara ait bir yat da mevcut değildir'.
Paylaş