Paylaş
Sadece geçmişin izleri vardı geçiğimiz pazar sabahı Kumkapı'daki Surp Astvadzadzin Patriklik Kilisesi'nde.
Ermeni Patriği 2. Karekin'in cenaze törenini izlerken garip bir zaman dışılığı yaşadım.
Çocukluğumun İstanbulu'nun izlerini yılların aşındırdığı astragan mantolu yorgun yüzlü yaşlı kadınlar taşıyordu.
Büyüdüğüm mahalledeki Ermeni arkadaşlarımın annelerine, teyzelerine hiç benzetemedim onları.
Çok daha yorgun ve çok daha bedbindiler sanki.
Kilise'nin avlusuna bakındım Patriklerine son vazifelerini yapmaya gelen Ermeni cemaatinin içinde delikanlıların ve genç kızların sayısı çok azdı. Sadece kilisenin içinde formalarını giymiş, Ermeni okullarından bir avuç öğrenciyi seçebildim.
Belli ki göç İstanbul Ermenileri'nin gençlerini alıp başka ülkelere uçurmuştu.
Bu coğrafya üzerindeki ortak tarihin gidişini gözlüyor gibiydim.
Zaman insafsızdı.
Gözümün ucuyla Kumkapı'ya giden yolları taradım...
Bugünün ekonomisini ayakta tutan Rus pazarı, Nataşa ve çaput piyasası sapa sağlam ayaktaydı...Enerji ve dinamizm saçıyordu.
Buradaki ekonomik çark İstanbul'un global dünya ile bağlantının bir çarpık noktasıydı.
Günümüz gerçeğinin tarih ile kesişme noktasıydı burası.
1461 yılında Fatih Sultan Mehmet'in kurduğu Patrikhane'nin çevresine tam beş yüz otuz yedi yıl sonra bakmanın garip duyguları kapladı içimi.
Zengin bir tarihe aitliğin coşkusu ve aynı zamanda tarihine sahip çıkamayan bir toplumun bireyi olmanın burukluğu vardı içimde.
Sonra tarih ile günün piyasa gerçeği birarada barınmaz mı sorusu takıldı aklıma. Siyasi hırsı yüksek İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan oralarda olsaydı kendisine yöneltilebilecek bir soruydu bu.
Özellikle de İstanbul'u ikinci kez fethettiklerini iddia eden Refah Partili Belediye başkanına.
Sonra dün Ertuğrul Özkök'ün yazısını okurken kafamdaki bu sorunun yanıtını buldum.
Özkök, Tayyip Erdoğan'la İstanbul'un üzerinde uçarken yıkıntı haline gelmiş bir kiliseyi gösterip, ‘Neden UNESCO’ya başvurup bu kiliseyi ortaklaşa onarmayı teklif etmiyorsunuz', demiş. Erdoğan, ‘beni anlamaya çalış’ der gibi Özkök'ün yüzüne bakmış, yanındakilerden birisi ise ‘tabanımız buna ne der’ demiş.
Tabii ki ‘taban ne der’cilerin hiçbiri yoktu pazar günü yapılan törende. Oysa Türkiye'nin bugün, beraberlik kültürünü yeniden dokumaya ne kadar çok ihtiyacı var.
Müslüman, Hıristiyan ve Musevi demeden hoşgörü ortamlarını yaratacak her fırsata samimiyetle sarılmak değil mi bunun yolu?
Hoşgörünün 21. yüzyıl standartlarını yaratmak Türkiye'nin global dünyadaki önemli misyonlarından birisi.
Ve bu toplumun insanının tarihsel ve sosyal genleri böyle bir misyonu üstlenmeye o kadar elverişli ki.
Buradaki temel sorun, tarihimizi ve de dolayısıyla geleceğimizi ‘taban ne dercilere’ teslim etmemek.
Paylaş