Paylaş
Fransa'dan gelen mesajlar hep olumlu bu sırada.
Fransa'nın Ankara büyükelçisi Daniel Lequartier cuma günü İstanbul'da, emekli diplomatlarla biraraya geldi.
Emekli Büyükelçi İsmail Soysal'ın yönettiği Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı'nda düzenlenen toplantıya, Dışişleri eski bakanları, Vahit Halefoğlu, İlter Türkmen, emekli büyükelçiler Fahir Alaçam, Hamit Batu, Kamuran Gürün, milletvekili Gencay Gürün, siyaset bilimci Dr. Füsun Türkmen ve Galatasaray Üniversitesi'nin Fransız rektörü Prof. Pierre Dumont katıldılar.
Chirac'ın verdiği mesajların benzerini Fransız büyükelçisinden de dinlemek şaşırtıcı olmadı. Büyükelçi üstüne basa basa Türk Fransız ilişkilerinin bir balayı döneminde olduğunu söyledi. Gelişen ekonomik ve siyasi ilişkilerden dozu yüksek bir coşkuyla söz etti.
Verdiği rakamlar ilişkilerde artan trendi yansıtıyor gerçekten.
Büyükelçinin belirttiği gibi, 1987 yılında Türkiye'deki yatırımcı Fransız firması sayısı yedi iken şimdi iki yüzlerin üstüne çıkmış.
Fransa, Türkiye'de yatırım yapan yabancılar içinde birinci sırada. Fransa'nın ithalatında ise Türkiye onbeşinci sırayı alıyor. Avrupa Topluluğu ülkeleri, Amerika ve Japonya'dan sonra geliyor.
Büyükelçi bunu, ‘Türkiye onbeşinci sırada, Rusya’dan, Hindistan'dan, Mısır'dan önce' diyerek Türkiye'nin önemini vurguluyor.
Bu arada Fransa'nın dış ülkelere yönelik 18 milyar Franklık kültürel harcamadan, Türkiye'ye 15 milyar Frank ayrıldığını anlatıyor büyükelçi Lequartier.
Türkiye ile Fransa arasındaki bu yakınlaşma, Avrupa Birliği'yle olan ilişkilerimizi nasıl etkiler? Bu yönde, Fransa'dan gelen olumlu mesajların Avrupa Topluluğu üzerindeki etkisi nedir?
Dışişleri eski bakanlarından Vahit Halefoğlu, Büyükelçi Lequartier'ye bu soruyu yöneltirken, ‘Almanya’nın, son zamanlarda Türkiye'ye yönelik ayuka çıkan olumsuz tavrının nedenlerini' soruyor.
Fransız büyekelçisi bu noktayı, ‘belki serbest dolaşım endişesi’ diye cevaplasa da tabii ki bu yanıt tatminkar olmuyor.
Ama büyükelçi, Avrupa'yla ilişkiler konusunda Fransa'nın Türkiye'ye yönelik tavrını bir kez daha teyid ediyor.
‘Türkiye, aralık ayında Lüksemburg Konferansı’na oniki aday ülkeden biri olarak katılmalı. Diğer aday ülkelerle eşit koşullarda olmalı' diyor.
Bu mesajlar çok hoşumuza gitse de Konferansa birkaç hafta kala Avrupa'nın hala tavır belirleyememiş olması çok düşündürücü.
İstanbul'daki sohbette, Kıbrıs sorununu gündeme getiren dışişleri eski bakanlarından İlter Türkmen'in de dediği gibi, Avrupa ilişkilerinde Türkiye'nin artık ‘aktif sembollere’ ihtiyacı var.
Ancak görülüyor ki ilişkilerdeki ‘belirsizlik’ Avrupa'nın bugünkü politikasını ‘belirliyor’.
‘Siz üye olmayın ama kendinizi üye olmuş gibi hissedin’ şeklinde ifade edilebilecek garip bir formül ortaya çıkıyor.
Bu tutum, sadece Almanlar'ın değil, pekçok Avrupa başkentinin diplomasi dili haline gelmiş durumda.
Bu yöndeki en gerçekçi uyarıyı, önceki gün, Mitterrand'nın danışmanlarından Jacques Attali yapmış. İstanbul'da, arkadaşımız Meltem Özdemir'in sorularını yanıtlayan Attali'nin şu sözleri, Avrupalı siyasilerin ve diplomatların yüksek sesle telaffuz edemediklerini ortaya koymuyor mu?
Şöyle diyor Attali:
‘Derin mesele, Avrupa’nın Hırıstiyan Kulübü olarak kalıp kalmayacağı meselesi. Anahtar konu bu gibi görünüyor'.
Avrupa bu sorunun analizini ürkmeden yapmak durumunda. Avrupalılar'ın kaçta kaçı, Birliği'n bir ‘Hıristiyan entegrasyonu’ olmasından yana?
Doğru soru bu. Buna karar verdikten sonra enflasyon, serbest dolaşım, Kıbrıs vs, hepsinin çözümü bulunur.
Paylaş