Paylaş
Neo - faşist, liberal, jakoben, aydın, madrabaz, işçi, burjuva, soyadının başında ‘de' bulunan soylu, vs..hangi kategoride olursa olsun, her Fransız, Ağustos ayında, Fransa sınırlarını terk etmek ister.
Çok önceden planlanmış tatili iple çekmektir Fransızın yıllık ruh hali.
Yaz tatilinde Fransa'yı terk edememek, kış aylarında yaşanacak ciddi bir bunalımın mutlak nedenidir.
Avrupa ülkeleri içinde teskin edici ilaç kullanma rekorunu elinde tutan Fransızlar, gittikleri tatil beldelerinde de rahat durmazlar, minik buhranlar geçirirler.
Ellerinden düşürmedikleri Guide Bleu'den, özellikle denizi ve güneşiyle keşfetkileri ülkenin tarihi, topografyası, beşeri özellikleri ve de az buçuk siyaseti hakkında bilgi edinirler.
Sonra tatil yaptıkları ülkeyi bol bol eleştirip yurtlarına dönerler.
Son yıllarda Fransız toplumunun, dört elle sarıldığı Ağustos tatili kadar kutsal neyi kaldı, bilmiyorum.
Olayı bu eksene oturtunca, Paris'e onbeş dakika uzaklıkta, 1 645 metre kare alan içindeki muhteşem şatosunu bırakıp, Ege sahillerine koşan neo-faşist Fransız lider Le Pen'in Ağustos ziyareti beni hiç şaşırtmadı.
O da, eli para görmüş her Fransız gibi güneşe, denize koşmuş.
Ama neden Türkiye'ye koşmuş? Doğru soru bu.
Ülkemizin havası, suyu, tarihi zenginlikleri ve de Dustin Hoffman'ı büyüleyen koyları mı çekmiş Le Pen'i?
Fransa sahillerinde Cannes, Nice, St. Tropez dudurken. İspanya'nın bacasız sanayi, hala milyonlarca Avrupalı turisti çekerken...Pekçok Fransız hala, eski sömürgeleri Fas'ı, Tunus'u kendi bahçeleri gibi görürken.
Bu sorunun yanıtı kısaca şu olmalı:
Arkasında yüzde onbeşlik bir oy ağırlığı da olsa, Le Pen gibi bir siyasi figürün, Avrupa'nın pekçok ülkesinde elini kolunu sallayarak dolaşması pek mümkün değil.
Her fırsatta dile getirdiği Arap düşmanlığıyla, Fas, Tunus sahillerinde kolay kolay güneşlenemeyeceği de çok açık.
Sinirlerine hakim olamayıp saldıran, Amerikan gizli belgelerinin ‘tehlikeli ve de fütursüz bir neo-faşist' diye tanımladığı Le Pen'in, Ege sahillerini seçmesinde, ‘kimseye görünmeden tatil yaparım'ın hesabı ağır basmıştır elbette.
Nitekim, Erbakan'ın dürbünü olmasıydı, Le Pen geldiği gibi gidecekti kimselere görünmeden.
Kimselere görünmek istemeyen Le Pen'i, Erbakan'dan başka bir lider görmek ister miydi? Hiç sanmıyorum. Belki, bazı aşırı sağcı milliyetçi gruplarların önde gelenleri?
Onları da Le Pen'in görmezlikten geleceğini söylüyor görüştüğüm bazı Fransız siyasetciler. Nedenini ise Türkiye'deki aşırı sağ ile mafya ilişkilerine bağlıyorlar.
‘O kadarını göze alamazdı' diyorlar. Susurluk'un ilginç sonuçları bunlar...
Peki, nedir Erbakan'la Le Pen'i Ege sahillerinde buluşturan?
Tepkiselliğin beraberliği. Bir şeyleri beraberce reddetmenin, dolayısıyla birbirini reddetmenin beraberliği. Çağdaşlığı, yenileşmeyi kabul etmeyenlerin yaz sohbeti.
Kapanarak siyaset yapanların çelişkisi de bu değil mi? En düşman olduklarına bile yaklaşabiliyorlar, taktik adına da olsa.
Tabii Erbakan ile Le Pen'in siyasi çizgisinin bir benzer kaderi de var.
Kaddafi, Erbakan'ı, çöl çadırlarında bir güzel fırçalamıştı.
Fransa'daki yaygın söylentilere göre, neo-faşist Le Pen'i Kaddafi finanse ediyormuş.
Ne ilginç değil mi?
Paylaş