Paylaş
Üniversiteler kadar medyatik değillerdir.
Müdürleri, üniversite rektörleri gibi Cumhurbaşkanı'nın huzuruna çıkamazlar.
Sorunları gazetelere, televizyon ekranlarına yansımaz. Yönetim çarkına yaklaşamazlar, seslerini duyuramazlar, örgütlenemezler.
İmam Hatipler'in açılması veya kapatılması gibi konular dışında pek de gündeme gelmezler. Türkiye'deki orta öğretimin kabaca tablosu böyle. Kaba tanım ile ince tanım arasında da aslında pek fazla fark yok.
Türkiye, Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki tutarlı eğitim politikasından kısa sürede çark edip çocuklarının geleceğini fay hattına oturtmuş bir ülke. Bunda bu ülkenin kaderine uzun yıllar damgasını vuran merkez sağ iktidarların sorumluluğu çok büyük.
Türkiye'de gelmiş geçmiş bütün merkez sağ yönetimlerin eğitim adı altında yaptıkları din eğitimini zorunlu hale getirip mümkün olduğu kadar İmam Hatip Okulu açalım kolaycılığı oldu. Buna arada bir milliyetçilik tonları eklendi. Bazen ikisi birarada yürüdü. Zaman zaman biri diğerini solladı. Doğrusu 12 Eylül askeri yönetimi de merkez sağdaki politikacıların eğitim politiklarını aratmadı. Ve sadece din dersi ekseninde inşa edilen eğitim anlayışı ya da politikasızlığı Türkiye'yi çok kötü yakaladı.
Sonuçta gençlere doğru dürüst din eğitimi de verilemedi. Eğitimin kalitesi ise günden güne düştü.
Ve bütün bu gelişmeler kalkınmış ve kalkınmakta olan ülkelerin bir kalkınma projesi olarak orta öğretimi özendirdikleri döneme rastgeldi.
Ekonomik kriz nedeniyle son zamanlarda epey reyting kaybetmesine rağmen Uzakdoğu modeli gücünü sağlam bir orta öğretim politikasından alıyor. Avrupa Birliği, Avrupa entegrasyonu doğrultusunda orta öğretim müfredatını çağın gereklerine uyarlıyor. Hem de çok başarılı oluyor.
Türkiye'ye benzeyen bir tek Latin Amerika ülkeleri var. Eğitim bütçesinin yüzde 50'sini üniversitelere ayırıp gençlerin sadece yüzde 5'ine üniversite kapılarını açan. Ve de orta öğretimi eğitim politikasının gündeminden düşüren. Yani kırık dökük çağın gerisinde bir eğitim anlayışı. Belli ki popülizmin hakim olduğu bir yapı hüküm sürüyor Latin Amerika ülkelerinde.
* * *
Kendimizi aldatmayalım.
Her fırsatta genç nüfusunu bir avantaj olarak sunan Türkiye aslında gençlerini eğitemiyor.
Bunun en açık kanıtı da bir ülkenin geleceğinin garantisi olan devlet okullarının öğretmensizliğinin, yakıtsızlığının, kısaca parasızlıktan can çekişmesinin herkes tarafından artık doğal karşılanması. ‘Devlet okuludur, çökmesi doğaldır’ zihniyetiyle yaşamaya çoktan alıştı bu toplum.
Bu durumda yetenekli ama imkanları kısıtlı gençlerin iyi öğretim görme ihtimali neredeyse sıfırlanıyor.
Oysa bakıyorum da Türkiye'nin en başarılı kadrolarına...Her birinin eğitim sicilinde bir devlet okulunun, Anadolu veya fen liselerinin izleri bulunuyor. Yakın zamana kadar ögretmenleriyle, yöneticileriyle ‘ekol’ yaratmış kurumlar bunlar.
Ve bizdeki eğitim politikaları en kolay onlardan vazgeçebiliyor. Onları harcayabiliyor.
Her yabancının karşısına çıkıp ‘Türk dinamizmini ve de genç nüfusunu’ övenlere sormak gerekiyor, Biz genç nüfusumuzu çağın gerektirdiği gibi eğitebiliyor muyuz?
Devlet okullarının durumu ortada peki yabancı ve özel okullarda çağın standartlarını tutturabiliyor muyuz? Benim gözlemlerime göre çok küçük bir azınlığa hitap eden bu okulların durumu da devlet okullarından daha parlak değil.
Bu okulların birçoğunda gerçek eğitim mi yoksa göstermelik eğitim mi yapılıyor? Bu sorunun yanıtı da perşembe günkü yazıda.
Paylaş