Paylaş
Başbakan Mesut Yılmaz, dün İçişleri Bakanı'na talimat vererek, Metin Göktepe'yi öldüren polislerin bugün yapılacak duruşmaya çıkartılmalarını istemiş.
Yılmaz'ın bu son derece yerinde ve umut veren davranışının sahiplenmesi gerektiğine inanıyorum.
Toplum, bütün ön yargılarından arınarak zorbalığa karşı, ittifak kurabildiği ölçüde, Türkiye'nin modernleşme çarkları işlemeye başlayacaktır.
Bu yönüyle, Metin Göktepe olayı bir testti. Bu yönde atılan her olumlu adımı ‘kendimizin, hepimizin’ yapmak zorundayız.
İşin tabii ki en korkunç yönü, bir ülkede, döverek insan öldürenlerin ancak Başbakan emriyle duruşmaya getirilmeleri değil mi?
Ne yazık ki bu çürümede, bugün İçişleri Bakanı'na talimat vererek son derece doğru bir karar alan Mesut Yılmaz'ın da bir zamanlar üyesi olduğu hükümetlerin sorumluluğu çok büyük.
Bu çürümüşlüğün toplumu sürüklediği ruh haline bakın.
Metin Göktepe'yi döverek öldüren polislerin mahkemeye çıkmaması ne kadar doğallaşmıştı...
Ekonomide, yargıda, siyasette ve hayatın bütün kıvrımlarında, ‘laçkalık’ nasıl da prim yapar olmuştu...
Ve bu başıboşluğun ülkeyi nerelere sürüklediğini anlamayanların akıl almaz bir rahatlıkla bugün, ‘kuralsızlık’ şarkıları söylemeleri garip değil mi?
Metin Göktepe olayında görüldüğü gibi, yargı'nın iyice ‘deregüle’’ edildiği bu ülkede şimdi bazı Özal kopyeleri, ekonomide bir takım deregülasyonların müjdeciliğini yapıyorlar.
Hem de beş bin dolara anlatmaya kalkıyorlar yarım yamalak anladıkları bu ‘kuralsızlaştırma’ politikalarını.
Gerçekten insan bir kaptırdı mı nobranlığın ve de bilmişliğin haddi hesabı olmuyor.
Bu ülkede artık kimse başıboşluk, ben yaptım oldu ve güç gösterisi istemiyor. Akisne Türkiye, bir kanun ve kural ülkesi olma özleminde. Hedeflediği birinci dünyaya ulaşmak için bu gerekiyor.
‘Ben yaptım oldu’ zihniyetinin basını sürüklediği noktaya bakın.
Özellikle de 24 Temmuz basın bayramında şu bilanço hakkında düşünün;
Geleneksel Gazeteciler Günü olarak kutlanan 24 Temmuz'da, Basın Özgürlüğü Ödülleri dağıtılırken, kuralsızlaştırılmış Türkiye'de, hapishanelerdeki gazetecilerin çetelesi tutuluyor.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in huzurunda anlatılıyor deregüle, dezoriyante ve de türlü ‘de’ olmuş toplumdaki bu başıboşluk.
Bir basın bayramında Cumhurbaşkanı'nın huzurunda anlatılıyor, Türkiye'yi Ortadoğu ülkelerinin ligine yerleştiren gerçekler.
Basın Konseyi'nin aylık yayın organının nisan-mayıs sayısının manşeti, ‘basına yönelik devlet terörü ciddi bir gerçek’ diyor.
Serbesti Gazetesi Baş yazarı Hasan Fehmi Bey'i 5 Nisan 1909'da şehit vermişti Türk basını.
Bugün, basın şehidi Metin Göktepe'nin davası görülüyor. Basında ve her yerde devlet terörüne bağışıklık kazanmış gibiyiz.
Ve bilanço şu; 1997'nin dört ayında sekiz gazeteci tutuklandı.
Elli bir gazeteci gözaltında.
On dokuz gazete ve dergi toplatıldı.
On sekiz gazete ve dergi bürosuna polis tarafından baskın yapıldı.
Kırk altı gazeteci hakkında çeşitli mahkemelerce dava açıldı.
İki gazeteci hapise atıldı.
On gazeteci çeşitli kişilerin saldırılarına uğrayıp yaralandı, iki gazetecinin araçları kurşunlandı.
Beş gazeteci için de çeşitli mahkemelerce hapis ve para cezası verildi.
Bu toplumun demokrasi talebi var mı?
Paylaş