Paylaş
Türkiye-AB dosyasının ‘derin’ noktalarını çok yakından bilen bir Fransız bilim adamı önceki şöyle diyordu:
‘AB’nin Türkiye'ye yönelik pozisyonunda önemli bir gelişme oldu. Avrupa, Türkiye'nin tepkisinin bu kadar büyük olacağını kestirememişti.
Türkiye-AB dosyası çok kötü yönetildiği için karamsarlık ile iyimserlik arasında bir salıncak oyunudur gidiyor.
Oysa Türkiye-AB ilişkilerine akılcılığın ve pragmatizmin hakim olması gerekli.Görülüyor ki son zamanlarda Yunanlılar Türkiye aleyhine çok fazla kampanya yapmıyorlar. Almanya'da bugünkü hükümet meseleye çok daha esnek bakıyor. Lüksemburg kararları aşamasında Kohl yönetimi Türkiye ile ilişkilere bir Avrupa kimliği açısından yaklaştı. Bu da büyük bir yanlış oldu'.
Lüksemburg tarih*ı bir hataydı.
İki yıl önce bütün AB üylerinin işine gelen bu hatanın kavranmış olması bir rastlantı değil. Avrupa entellektüalizmi böyle bir ayırımcılık belgesini içine sindiremezdi. Ayrıca Lüksemburg'tan Kosova'ya kadar uzanan süreçteki gelişmeler, Avrupa'ya bölgedeki sorumluluğunu çok açık biçimde hatırlattı. Avrupa'nın, stratejik düşünmeyen küçük bir burjuva kulübü değil bölgede istikrarın korunması için ciddi bir ağırlık merkezi olduğu ortaya çıktı.
Kısaca akılcılığın ve pragmatizmin galip geldiği yeni bir momentum söz konusu. Ve de bugünkü aşamada görülüyor ki Türkiye hangi adımı atsa tartışmanın çerçevesini belirleyebilecek konumda. Koşullar Türkiye'yi yeniden böyle bir dönemece doğru itiyor.
Bu da aynı uygarlık dilini kullanmak istediğimiz Avrupa'ya entegre olmak için gereken ‘derin dönüşümü’ yapmakla mümkün.
Bu aşamada öncelikle Helsinki öncesini iyi yönetmek gerekiyor. Yani aşırı beklentilerle gündemi şişirip sonra toplumu ‘derin’ bir hayal kırıklığına boğmamak son derece önemli. Türkiye'deki sağduyulu toplumsal dinamiğe saygı duyan bir yönetimin ve medyanın yapması gereken de bu.
Ve gene toplumsal dinamiğe saygılı bir yönetim, derin dönüşümün çarklarını işletmek için kendi kafa takvimini belirlemek zorunda. Bu da çok boyutlu bir mücadeleyi gerektiriyor.
Derin dönüşüm her alanda yeni profil tanımları gerektiriyor.
Gerçekten AB'ye üyelik ise hedef, máli miladı erteletmek yok artık. Mali miládı erteletenlerin demeçlerini manşete çıkmak da bir o kadar ayıp bu süreçte. Çünkü derin dönüşüm, yeni bir özel sektör anlayışı gerektiriyor.
Derin dönüşüme karar verenler banka hortumlayanlarla hatıra fotografı çektiremezler. Çektirenleri içlerine sindiremezler. Çünkü AB entegrasyonu kurallılığın kural olduğu bir dünyayı işaret ediyor.
Derin dönüşüm döneminde, Susurluk'u devletin hatıra defterinde özenle saklamak mümkün değil artık. Çünkü Susurluk, AB'ye entegre olmaz.
Düşünce suçu, Nadire Mater'in kitabının yasaklanması gibi ayıpları ben artık sıralamaya bile utanıyorum.
Derin dönüşüm, hapishaneleri denetlemeyen bir devlet yönetiminin sorgulanmasını gerektiriyor.
Ve de kendi iç barışını sağlamak için kendi siyasi markasını üreten bir yönetim anlayışını gerektiriyor derin dönüşüm.
Dönüşüm o kadar çok boyutlu ki; kendisini ona buna karşılattırıp kuyruktakileri atladıktan sonra pasaport polisinden jet hızıyla geçmekte yok bu sürçte. Çünkü derin dönüşüm, herkesle birlikte kuyrukta beklemek ve de kuyrukta beklemekten aşağılık kompleksi duymamak demektir.
Çok basit ama daha buralardayız. Yani küçücük üçüncü dünyalılık tatminlerinde.
Yani demokrasi ve insan hakları derslerinin alfabesinde.
Galiba asıl kendisine çeki düzen vermesi gerekenler de ortada dolaşanlar. Yani sözüm ona Türkiye'nin yönetici kadrosu ve de kaymak takabası. En büyük falso onlarda!
Paylaş