Paylaş
2000'e yaklaşırken Dünya afetleri konuşuyor.
Türkiye 17 Ağustos faciasıyla gündemin başında. Her afet yazısı mutlaka bir Türkiye göndermesi ya da Türkiye benzetmesi içeriyor. Yurt dışında ‘Türkiye’den geliyorum' demenin yarı kahramanlık gibi karşılandığına tanık oluyorsunuz.
Birçok Batı ülkesinde okullar, ‘Depremler, Dünya’daki belli başlı fay hatları ve sivil savunma yöntemleri gibi özel gündemle' 1999-2000 öğretim yılına başlıyorlar. Yani öğreciler, kendi bölgelerinde yaşanmamış olsa da başka ülkelerin afetinden ders çıkartma ve önlem alma yöntemleriyle tanışıyorlar.
Facialardan nasıl ders çıkartılır?
Önceki gün Filipinli bir iktisatçı anlatıyordu.
Bilindiği gibi Filipinler çok sık tayfun tehlikesiyle karşı karşıya olan bir ülke. Tayfunun tahribatı çok büyük olabiliyor. Kasırga gibi birkaç hafta önceden öngörülemediği için çok büyük hasarlara yol açabiliyor. Filipinler'de hayat tayfuna endeksli. Bu nedenle tayfun ne zaman gelecek, ne kadar sürecek sorularının yanıtı hayati öneme sahip.
Tayfunla yaşamak zorunda kalan Filipinler'de afetin sıklığını istatiski olarak saptamak gerekiyor. Tayfun geldiği zaman izleyeceği rotanın iyi hesaplanması lazım. Tayfun ile beraber yaşamak tayfuna hakim olma gereğini doğuruyor. Bunun için Filipiler'de ciddi istatistikçilere ve matematikçilere ihtiyaç duyuluyor.
Filipinler bir devlet politikası olarak matematik, istatistik öğrenimini teşvik ediyor. Gençler, devlet bursuyla yurt dışına gönderilip Dünya'nın en iyi üniversitelerinde matematik ve istatistik öğrenimi görüyorlar.
Uluslararası raporlarda Filipinler'deki matematikçi sayısının çokluğu hep dikkat çekicidir. Kimbilir bunun nedeni tayfunmuş. Tayfunla yaşamak matematikçi ürettirirmiş!
* * *
Artçı mı değil mi?
Türk toplumu, her sarsıntının türünü ve şiddetini saptamaya başladı. Depremin yol açtığı depresyon vakalarından söz ediyor psikologlar. Bir de sürekli pompalanan ‘Deprem ile yaşamaya alışacağız’ söylemi var. Alışacağız doğru da biz alışırken bizi yönetenler ne gibi önlemler alacaklar? Onlar içlerine sinmiş vurdumduymazlıktan kurtulabilecekler mi? Aklı ve bilimi toplumun hizmetine sunabilecekler mi?
Depremle yaşamak zorunda kalan bir toplumun, 17 Ağustos afetine yenik düşen yönetiminler zincirine güven duyması mümkün değil. Asıl sorun da burada.
Elimdeki veriler çok çarpıcı.
Son on yıl içinde Dünya'daki tam 180 bin deprem meydana gelmiş. Bu depremlerde 200 bin kişi hayatını kaybetmiş. Sarsıntılar, en fazla dolandırıcı hükümetlerin yönetimindeki yoksul ülkelerde büyük kayıplara yol açmış.
Bu saptama sadece depremler için değil bütün afetler için geçerli.
1991 yılında Bengladeş'deki sel felaketi en az 140 bin kişinin canını alıyor. Geçen yıl Çin'de 2 bin kişi sel felaketinde hayatını kaybediyor. Bu facianın mali portresi 30 milyar dolar.
Ve de bu afete birkaç yıl içinde yok edilen ormanların neden olduğu biliniyor. Acaba neden? Hangi spekülatif amaçla? Hangi rüşvet kanalıyla?
Yolsuzluk, üç kağıtçılık, fırsatçılık, katakullicilik, kuralsızlık ve dolandırıcılığın kol gezdiği ülkelerde facia mutlaka kitlesel ölüm anlamına geliyor. Oysa gelişmiş demokrasilerde facialara karşı önlem almak yerel ve merkezi yönetimlerin asli görevi.
İçerikten çok cilaya önem veren üçüncü dünyada önlemler için yapılan harcamalar ‘israf’ olarak görülüyor. Önleme, önem verilmiyor çünkü ‘önlemin’ ne gösterişi var ne de getirisi. Adı üstünde sadece önlüyor, önledikçe de dikkat çekmiyor.
New York Times gazetesi, kasırga gelmeden önce Amerika'nın Doğu kıyılarında üç milyon insanın tahliye edildiğini yazarken bu olayı, insanoğlunun doğa karşısındaki başarısı olarak değerlendiriyordu.
Tabii ki kasırga öngörülebiliyor, ölçülüyor, biçiliyor...Ve önlem alınabiliniyor. Deprem ise afetlerin en gaddarı ve de en korkuncu. Ama buradaki doğru soru şu: Biz depreme mi yenik düştük yoksa inşaat sektörünün ve bazı yerel yönetimlerin dolandırıcılığına mı? Bundan sonra bir tahliye gerekirse afet bölgelerini çok kısa zamanda ve süratle boşaltma ihtimali var mı?
Dünya'da afetler çoğalıyor. Kızılhaç Örgütü'nün verilerine göre 90'larda meydana gelmiş afet sayısı 60'lara göre üç kat daha fazla. Facialar daha yüksek sayıda ölüm ve hasarla sonuçlanıyor. Çünkü kentler çok daha kalabalık ve de yoksulların yerleştiği konutlar çok epten püften. Bu yörelerdeki hırsızlık ve rant kavgası binlerce insanı doğal afetlere kurban ediyor.
Deprem değil dolandırıcılık öldürüyor. Ve de dolandırıcılık genellikle üçüncü dünyada bu kadar cesur olabiliyor.
Paylaş