Paylaş
Öyle sıradan birisi değil.
Ne müfteri ne de bölücü.
Bir ülke düşünün ki İçişleri Bakanı çıkıp, ‘Poliste hainler, Meclis’te suçluyla işbirliği yapan sinsi siyasetçiler var' diyor.
Ve şöyle devam ediyor:
Şerefli güvenlik güçlerinin içersinde kendi vücutları ile hareket eden hainler vardır. Bunların süratle teşkilatımızdan uzaklaştırılmasının artık zamanı gelmiştir.'
Marjinal bir duvar gazetesi filan değil, büyük medya denilen yapının temel taşlarından saygın bir yayın organı.
Bir ülke düşünün ki yüksek tirajlı bir gazete, ‘İşkence Zinciri’ diye manşet atıyor. (Milliyet 28 Haziran 1999)
Birinci sayfasına yumruk gibi oturuyor gözaltında ölen sendikacı Süleyman Yeter ile ilgili haber:
‘Tarih, 21 Şubat 1997.
Sendikacı Süleyman Yeter, Sultan Seçik Arıkan, Birsen Kaya ve Asiye Güzel Zeybek İstanbul Terörle Mücadele’de gözaltına alındı. Mahkeme tarafından bırakılan sanıklar, işkence, taciz ve tecavüz davası açtı, duruşmada polisleri teşhis etti.
Tarih 5 Mart 1999
İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde teşhis edilen beş polis, Süleyman Yeter'i ikinci kez gözaltına aldı. İki gün sonra cenazesi ailesine teslim edildi. Adli Tıp muayenesinde cesedin el, sırt, boyun ve alnında dayak izleri saptandı.'
37 yaşındaki Süleyman Yeter DİSK'e bağlı Limter-İş Sendikası eğitim uzmanıydı.
Yukarıdaki verilerin kökü dışarda filan değil. Bunlar Türkiye'yi bölmek isteyenlerce de ele alınmamış.
Türkiye gündeminin tarihi önemde sorunlarla kaplandığı şu günlerde eğer ‘İşkence Zinciri’ haberi manşet oluyorsa bunun üzerinde ciddi biçimde düşünmek gerekiyor.
Demokrasi, şeffaflık, açıklık rejimidir.
Biz şeffaflığı talep ediyor muyuz? Yani gerçekten demokratik toplumun özleminde miyiz?
Soru bu kadar açık.
Eğer demokrasi bir değerler bütünüyse bu sadece seçimden seçime ‘oy verme’yle sınırlı olamaz elbette.
Bütün olup bitenlerin kamuoyu önünde cereyan etmesini talep etmekten geçiyor birey sorumluluğu. İşkenceden, sırtını devlete dayayıp banka hortumlayan iş adamının bütün kirli çamaşırlarının açıklanmasını talep etmeye kadar.
Acaba medya işkence haberlerini yeterince yansıtıyor mu? Gizliliğin kapağını kaldırıyor mu?
Eğer yansıtıyorsa birey olarak bizim işkenceye tepkimiz nedir?
* * *
Elimde bir faks var. Adalet Bakanı'na bir annenin gönderdiği mektup.
Kızı, 29 Nisan günü İzmir'de DGM kararıyla tutuklanıp Uşak E tipi cevaevine gönderilmiş. Anne ne ayrıcalık istiyor ne kızının suçsuzluğunu ispatlamaya çalışıyor. Çağrısı hayatın gerçeğine ilişkin. Şöyle diyor Harika İlyasoğlu:
‘Hiç tutuklu yakını oldunuz mu Sayın Adalet Bakanı.
Her çarşamba günleri görüş var. Hiç İzmir’den Uşak'a gittiniz mi? Görüş günlerinden iki önce elleriniz titredi mi? Kızınız, o çift camın ardından üzüntüyle titreyen ellerinize baktığında dört saatlik hangi sıkıntılarla geldiğinizi, paranız yetmediği için bazı isteklerinizi yerine getiremediğinizi saklamak için minik yalanlara başvurdunuz mu? Maddi ve manevi gücünüz yetmediği için hafta bir yerine iki haftada bir görmeye katlanmak zorunda kaldınız mı? Oysa İzmir'de olsaydı'.
Peki biz bir annenin bu kadar yalın talebine ne kadar duyarlıyız?
Evet kızının İzmir'deki bir cezaevinde olmasını talep eden annenin çığlığına!
Paylaş