Zeynep Atikkan: Bölme sanatı

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

Son günlerde elektronik postamda biriken mesajların çoğunluğu Ermeniler'den geliyor.

İmralı'daki duruşmadaki bazı avukatların ‘Bu adam Kürt değil Ermenidir’ sözleri üzerine infial içinde yazılmış mesajlar bunlar. Bakıyorum burukluklarını dile getirenlerin önemli bölümü gençler. Yani hayatın daha çok başındakiler.

Bir mesajda şöyle denilmekte:

‘Geçen gün okul dönüşü, arkadaşlarımın evinde laflıyorduk. Konu döndü dolaştı benim Ermeniliği’me geldi.

Arkadaşıma ziyarete gelenlerden biri kendini tutamadı ve yani şimdi sen Yahudi misin demez mi?

Bu soruyu soran öyle cahil cühelá değil. Üniversite mezunu.

İkisinin apayrı olduğunu, Yahudi'nin de Ermeniler'in de insan olduğunu anlatana kadar göbeğim çatladı.

Uzun lafın kısası, ortalama Türk insanının, Yahudi, Ermeni, Rum arasındaki (eminim ki buna Kürt de dahildir) farkı bildiğini sanmıyorum.

Ve diğer bir mesaj:

‘Bölücüyü yargılayan dava neredeyse ulusun unsurlarını bölmeye aday. Stratejistler hatalı’.

İmralı bize şehit anneleriyle dağda çocuklarını kaybeden anneler ayırımını öğretti. Yahudi, Ermeni, Kürt, türbanlı, mini etekli, asker annesi, Kürt annesi, sakallı, sakalsız, sevdiğim, sevmediğim, sakıncalı, sakıncasız ve de daha onlarca yüzlerde ayırım biçimi, tanımı çıkıyor ortaya.

İlginçtir Osmanlı'nın yedi yüzüncü, Cumhuriyet'in de yetmiş beşinci yıl kutlama günlerine denk geliyor bu çatışmacı, ayırımcı söylem. Ve de Osmanlı deyince ön plana çıkartılan ‘Beraber yaşama kültürünün’ en çok telaffuz edildiği döneme.

Her kesimin birbirinden uzaklaştığı ancak uzaklaştığı oranda kendisine yaşama alanı yaratabildiği bir kopukluk süreci bu. Tek tip düşünce, tek tip insan, tek tip köken ve tek tip inanışın özlemi.

Oysa Bosna ve Kosova'nın en belirgin öğretisi o ‘tek tipin’ nelere mal olabileceğini değil mi? Ayrımcılığın varabileceği noktaları sergiledi bu Balkan trajedisi.

Bir ‘tarihi duruşma’ düşünün ki duruşmanın hukuk diline milliyetler, geçmişteki düşmanlıklar, bilinçaltı tortuları ve de ayırımcılık sözcükleri katılıyor.

Hukuk'un böyle bir takviyeye ihtiyacı var mı?

Bu, öncelikle hukuk'a saygısızlık değil mi?

Bu topraklarda yüzyıllardır beraber yaşayan insanların geleneklerine saldırı değil mi?

‘Tarihi davanın’ ‘tarihi’ olabilmesi için ‘hukuk’un üstünlüğüne inanmak gerekir.

Ve de sadece hukuk'un üstünlüğüne. Yoksa ‘husumet’ yarışında en alt düzeyde ortak payda yaratmak o kadar kolay ki!

* * *

Yaşadıkları toplumun kültürel zenginliğini, tarihini bilmeyen kuşaklar yetişiyor. Yukarıdaki mektup bunun en açık örneği. Türkiye'de sosyal bilimlerin ne kadar ihmal edildiğini biliyoruz.

Ufak da olsa bir kıpırdanma mühendislik, genetik, bilgisayar gibi alanlarda görünüyor.

TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi'nden gelen bir bülteni global dünyada yarışmaya hazırlanan gençlerin dikkatine sunuyorum. TÜBİTAK-Marmara Araştırma Merkezi, ABD, Kanada, Japonya, Almanya, Hollanda, Fransa, İngiltere, İsveç, İspanya, Danimarka ve İsrail'de belli araştırma kuruluşlarında görevlendirilecek araştırıcılara, kritik teknoloji alanlarında yetiştirmek üzere burs verecek. Bu burslar için en geç 21 Haziran 1999'a kadar MAM'a başvurmak gerekiyor.



Yazarın Tüm Yazıları