Bize nasip olmayan kriz

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

Uzakdoğu krizi gibi bir bunalım bize nasip olmadı!

Kore'deki büyük göçüşü ele alırsak, bu ülkenin kişi başına düşen milli geliri on bin doların üstünde. Bizimki daha üç bin dolara varmadı.

Güney Kore'de sadece Daewoo şirketinin yıllık cirosu 70 milyar dolar, yıllık ihracatı ise 40 milyar dolar dolayında.

Yani Güney Koreli tek bir şirketin yıllık ihracatı Türkiye'nin yıllık tüm dışsatımından fazla.

1960'da Kore'nin kişi başına düşen milli geliri Türkiye'ninkinin yarısıydı. Ve Daewoo şirketi daha kurulmamıştı.

Bu rakamlar, çok özetle Kore mucizesi denilen olayı tanımlıyor.

Güney Kore, gelişmişlik çıtasının bu noktasından krize yakalandı geçtiğimiz hafta.

Türkiye'nin çok konuşan, dünyaya ders veren ekonomi bakanları, ekonomi bürokratları var ama mucizesi falan yok.

Ama görülüyor ki milli geliri kişi başına üç bin dolara varmamış olan Türkiye, ciddi bir siyasi ve ekonomik çıkmazda.

Bu çıkmaz krize dönüşürse acaba ne olacak?

En temel soru bu.

Çünkü bizim bugün boğuştuğumuz sorunları Kore 1970'lerde aşmıştı.

Önce sayıları çok az olmakla birlikte, Uzakdoğu kriziyle ilgili olarak Türkiye'de yapılan yorumlara bakmakta yarar var. .

Hatırlarsınız, yazın, krizin ilk kıvılcımı Tayland'ta belirince, bizim ekonomi bürokrasisi bayram etmiş, ‘oradan kaçan sermaye bize gelecek’ diye ipe sapa gelmez haberler uçurmuştu.

Tabii bu olmadı.

Olmadığı gibi, geçenlerde IMF'ye gidip ‘Refah’ı attık ama gene irtica tehlikesi var. Bizi desteklemelisiniz' şeklindeki Çiller mantığı da tutmadı. Çünkü bugünün dünyasında, jeopolitiği ve de konjonktürün özel koşullarını pazarlayarak siyaset yapılamıyor.

Uzakdoğu'dan kaçan para Türkiye'yi transit geçti.

IMF de ‘üç yıl falan anlamam bir yılda şok tedavisi ol gel’ deyiverdi.

Bunun üzerine bizimkiler şoka giriverdiler. Birisi, ‘ben Şimon Perez olmam’ diyor, diğeri ‘şok tedavisi hazır’ diyor.

Daha bilge ve itidalli olanları ise çıkıp, ‘bu devlet ciddiyeti ile bağdaşmaz’ı söylüyor.

Neyse sonuç şu.

Uzakdoğu krizi bizim işimizi hiç kolaylaştırmadığı gibi, bu kriz, IMF'yi gafil avladığı için ilişkileri daha da çetrefil hale getirdi.

Olaya salt iktisatın merceğinden değil de siyasetin açısından bakınca ortaya çıkan tablo şöyle:

Güney Kore, gelişmenin ikinci sıçramasını yapamadı.

Globalleşmenin gerektirdiği şeffaflaşmayı sağlamayadı. Şirket, banka, hükümet arasındaki karanlık, kapalı ve de kayırmaya dayalı ilişkiler, globalleşen dünyanın saydam kalıplarına çarptı.

Kore ekonomisinin, Cumhurbaşkanı'nın dağıttığı ulufelerle yürüyen yapısı dünyanın dinamiğine ayak uyduramadı.

Olay patladı.

Bunlar uzun zamandan beri biliniyordu. IMF de, diğer uluslararası kuruluşlar da pekala farkındaydılar olayların. Ama inanılmaz bir çifte standartla pragmatizmin kötü oyununu oynadılar.

Başarıyı eleştirmek zordur...Zaten öyle oldu.

İşler iyi giderken kimsenin sesi soluğu çıkmamıştı. Şimdi herkes konuşuyor.

Ve bugün hep bir ağızdan ‘Globalleşmenin başarısı için hep birlikte şeffaflaşalım’ın şarkısını söylüyorlar.

Siyasette, ekomonide, devlette...

Buradan alınacak derslerin sayısı az değil.

Önce şunu anlamak gerekiyor.

‘RP’yi iktidardan uzaklaştırdık' diye kimsenin bize, 7 milyar-15 milyar dolar ödül (daha miktar da açıklık kazanmadı) vermeye niyeti yok.

Bütün Uzakdoğu'nun büyük bir cendereden geçtiği sırada, IMF ile ilişkiler ciddiyet ve de ciddi yetenekler gerektiriyor. Sanırım, basınla yakın ilişkilerle yaratılan imajla bu sorunların üstesinden gelmek mümkün değil.

Ekonomi yönetimindeki kaosu, beceriksizliği ve dünyayı okumaktaki gafleti gördükçe insan şaşırıp kalıyor.

Acaba Türk mucizesi de bu mu?

Bu kadar yeteneksiz insanları alkışlayıp çözüm beklemek.

Yazarın Tüm Yazıları