Zeynep Atikkan: Biz metni doğru okumuştuk!

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

1998 yılının haziran ayında Fransa'nın Lyon Kenti'nde yapılan bir toplantıyı anımsıyorum. Toplantıya katılan Brüksel bürokrasisi ve Avrupalı diplomatlar ‘‘Lüksemburg bir dışlama değil, Türkiye'nin Avrupalılığının vurgulanmasıdır’’ diyerek o günkü Avrupa diplomasisinin ortak dilini kullanıyorlardı.

Kısa bir süre sonra Türkiye'deki görevinden ayrılacak olan Almanya'nın Ankara Büyükçelçisi Hans Joacchim Vergau de toplantıya katılmıştı. Büyükelçi Vergau, Ankara'da uzun yıllar görev yaptıktan sonra bu konuda görüş bildirecek en yetkili kişilerden biriydi.

Bana dönüp, sözüm meclisten dışarı dercesine (çünkü tek Türk gazeteci bendim) ‘‘Türk basını Lüksemburg kararlarını okumadan ‘dışlandık' diye yorumlar yapmaya başladı. Zaten Türk basınının okumadan bu tür yorumlar yapma alışkanlığı vardır’’ dedi.

Kendisine lisan-ı münasiple entelektüel dürüstlüğü olan her Batılı aydının Lüksemburg kararlarını bir ‘‘dışlama’’ olarak gördüğünü ve bunu söylemekten çekinmediğini hatırlatmıştım.

O günkü konjonktürde büyükelçinin ikna olması mümkün değildi.

Çünkü Hans Vergau, Lüksemburg kararlarını Lüksemburg konjonktürünün alfabesiyle okumuştu. Ve de metni konjonktürün gereğine göre yorumluyor, bir taraftan da basını eleştiriyordu.

Zaman geçti.

Avrupa entelektüalizmi ve siyasi kültürü, Lüksemburg kararlarının uzun vadede yaratacağı tehlikeyi görmekte gecikmedi. Bu kararın Avrupa değerleri açısından ne kadar yanlış olduğunu militanca savunan çok sayıda Avrupalı aydını dinleme olanağını buldum.

Yani metnin kimin tarafından doğru okunduğu, kimin tarafından da militanca saptırılmaya çalışıldığı açıktı. Bu da hiç şık değildi.

Bu toplantı, Lüksemburg’da Türkiye'nin dışlanmasına büyük ‘‘emeği’’ geçen Kohl'ün ‘‘Kohl’’ olduğu günlerde yapılmıştı. Yani iki Almanya'yı birleştirmiş, böylece daha yaşarken tarihteki saygın yerini sağlama aldığı tahmin edilen Kohl'ün AB'li diğer liderlerce büyük takdir ve kabul gördüğü günlerde.

Şimdi dünya álem kabul ediyor ki Türkiye'ye adaylık veren Helsinki, Lüksemburg kararlarının ters yüz edilmesidir. Bir tür geri dönüştür. Ve de Lüksemburg'un mimarı Kohl'ün Avrupa vizyonunun da sorgulanmasıdır. Bu arada güçlü Alman demokrasisi, dünyaya örnek olacak biçimde Kohl'ün parasal vizyonunu da sorgulamaktadır. Bu da ayrı bir parantez!

Almanya'nın Ankara Büyükelçisi'nin o gün çıkıp ‘‘Türkiye dışlandı ve bunun gerçekleşmesinde Almanya çok aktif bir rol oynadı’’ demesini beklemek tabii ki saflık olur. Ama kendisinin konjonktüre göre yorumlamak istediği metni Türk basını doğru anlamışsa buradaki saldırganlığın kaynağı neydi?

Bugün, Avrupa Komisyonu Başkanı Prodi ‘‘Helsinki'de kalın bir duvar yıkıldı’’ diyor. (Nilgün Cerrahoğlu, Milliyet 23 Ocak 2000). Acaba Prodi, Helsinki'yi mi yanlış okuyor? Lüksemburg'dan mı haberi yok? Yoksa Türk basını gibi Prodi de okumadan mı karar veriyor?

Türkiye-Almanya ilişkileri son derece rafine bir yaklaşımın tasarımından geçmek zorunda. Hem tarih, hem gelecek bunu gerektiriyor. AB'nin genişleme sürecini bütünüyle etkileyecek kadar önemli bir ilişki biçimi bu.

Rafine yaklaşım diyorduk. Rafine yaklaşım da ancak ‘‘rafine aktörlerle’’ gelişir.

Yazarın Tüm Yazıları