Paylaş
Altı aydan beri yaşıyoruz bu suni krizi.
Yedi yılını dolduran Cumhurbaşkanı'nın görev süresini uzatmak için mirasyedi gibi harcanan günler, aylar.
Bizzat Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit ve bu ülkedeki Demirel lobisi tarafından yaratıldı bu kriz. Şimdi debeleniyorlar. Çünkü kendi çıkarları için her fırsatta ilkesizliği biraz daha kurumlaştıranlar, bu kez kurumlaşmış ilkesizliğin altında kaldılar.
Tabii son gelişmeleri, ‘‘Meclis ruhu’’ ortaya çıktı, ‘‘demokrasi tur atladı’’ şeklinde yorumlamak da kolay değil. Gözlemlerine çok değer verdiğim bir dostumun da belirttiği gibi Ankara'da kısa süreli maçlar oynanıyor. Ve de bu süreçte her şeyin bir ‘‘takas’’ değeri var.
Anayasa değişikliği için geçen hafta yapılan Meclis oylamasını bu çerçevede değerlendirmek pek yanlış olmamalı. Derme çatmalığın can çekişi, ilkesizliğe tapan bir siyasi kültürün son çırpınışları!
Olayı bir de şöyle okumak mümkün:
1- Oylama, Süleyman Demirel'in merkez sağ üzerindeki otoritesini artık tamamen yitirdiğini gösterdi. Demirel'in görev süresini uzatmaya yönelik ilk oylamada en fazla oyun DSP'den geldiği dikkate alınırsa Demirel-orta sağ ilişkisinin niteliği ortaya çıkıyor. Sayın Demirel ne kadar bahçıvanlık yapmak istemediğini söylese de oylama sonuçları Demirel'in siyasi saygınlığının ciddi biçimde erozyona uğradığını gösteriyor. Bu gelişmenin nedenleri derinlemesine incelenmeli.
2- Süleymen Demirel'in orta sağ üzerinde otoritesi kayboluyor. Bu arada klasik orta sağ partilerin temsil gücü de giderek yok oluyor.
Bugünkü tabloya bakılırsa ANAP ve DYP, Meclis'teki cılız varlıklarını birbirlerine borçlular. Çiller, varlık nedenini Yılmaz'a, Yılmaz'da Çiller'e borçlu. Yani birbirlerinin karşılıklı atışma, didişme, uzlaşma, Yüce Divan'dan kaçma oyunlarına.
Hiçbir konuda politika üretemedikleri gibi kamuoyunda ilkesizliğin ve küçük oyunların başarısız aktörleri olarak algılanıyorlar. Bu nedenle başbakanlık ve bakanlık yapmış olan Yılmaz, kesinlikle cumhurbaşkanlığına láyık görülmüyor.
Bu aşamada MHP'nin giderek daha çok merkez sağ söyleme sahip çıkması bir rastlantı olmamalı.
3- Cumhurbaşkanı seçiminin önem kazanması, partilerin temsil güçlerini yitirmesiyle de izah edilmeli. 90'lardan sonra hızlanan bir süreç bu. Ekonomik istikrar paketinin başarısı bile cumhurbaşkanına endeksleniyor. O zaman hükümet nerede diye sorulmaz mı?
Dolayısıyla cumhurbaşkanı seçiminin ciddi bir krize dönüşmesinin önemli yapısal nedenleri bulunuyor.
4- Bugün gelinen aşamada, ancak gizli oylamada ‘‘demokrat’’ olabilenlerin demokrasi kültürü de tartışılmalı tabii ki.
Montesquieu'den beri bilinir ki demokrasi bir erdem rejimidir. Ve de en büyük erdem saydamlıktır.
Oylama, şu sorunun gündeme gelmesini meşru kılıyor; demokrat olabilmek için gizli oya ihtiyaç duyanlar demokrasinin gelişmesine ne gibi bir katkıda bulunabilirler ki?
Bu öncelikle bir kişilik ve siyasi ahlak meselesi. Meclis'teki sözüm ona ‘‘demokratlık’’ gösterisi bugünkü biçimiyle ‘‘malımı bugün mü yoksa 5 Nisan'da mı elden çıkartmalıyım’’ hesaplarını çağrıştırıyor.
Geçmişteki uygulamalara bakınca ortaya böyle bir izlenimin çıkması pek doğal değil mi?
Bu tabloya bakıp ‘‘istikrara karşı demokrasi galip geldi’’ diye sevinmek, ya da ‘‘istikrar sağlandı’’ diye bayram etmek anlamlı değil.
Ortada bu kadar çok oyun, hesap, kitap döndüğü sürece!
Zaten çıta bu denli düşük olmasaydı ‘‘demokrasi ile istikrar’’ birbiriyle çelişir miydi?
Paylaş