Paylaş
ABD Başkanı Bill Clinton, Avrupa Birliği'yle ilgili görüşlerini ilk kez bu kadar net biçimde ortaya koyuyor.
AB projesinin çerçevesini ilk kez bu kadar açık biçimde tanımlıyor. Ve de bunu Türkiye'deyken yapıyor.
Bu bir rastlantı değil.
Başkan Clinton önceki gün TBMM'de yaptığı konuşmada şu tarihi sözleri ediyordu:
‘‘Avrupa'yı hálá çok dar anlamda tanımlayanlar var. Onlara göre Avrupa'nın sınırını şu dağ veya su parçası belirliyor. Ya da insanların inanç biçimleri Avrupa sınırlarını tanımlıyor.
Oysa son zamanlarda çok daha iyi görülüyor ki Avrupa bir coğrafya değil, bir fikirdir. Demokrasi ve insan haklarına saygıyı benimsemiş insanların farklı düşünce ve inançlardan, değişik kültürlerden güç alacağı bir fikirdir. Böyle bir yapının mutlak sınırları yoktur ve de bu yapı bütün özgürlük alanlarına kadar genişler.
Bundan on yıl önce Berlin Duvarı yıkılmış, Avrupa'yı bölen demir perde ortadan kalkmıştı. Bu tarihi olayın onuncu yılını kutlamanın en doğru yolu, bölgedeki yeni kuşağın kurtuluş duygusunu alevlendirmektir. Bunun için de yapılması gereken, Güneydoğu Avrupa'yı Avrupa fikri ve kurumlarıyla tam bütünleştirmektir. Yani Sırbistan'a demokrasinin gelmesidir. Ege'de sağlanacak barıştır ve de demokratik Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasıdır.’’
Clinton, ‘‘Barış içinde yaşayan demokratik bir Avrupa vizyonunun tam olarak gerçekleşebilmesi için bu mimarinin mutlaka Türkiye'yi de içermesi’’ gerektiğini söylüyor. Ve konuşmasında, önümüzdeki yüzyıl içinde uygarlıklar çatışmasını öngören Amerikalı siyaset bilimci Huntington'un ‘‘tehlikeli görüşlerini’’ çürütüyor.
ABD Başkanı bu sözleriyle Lüksemburg'dan sonra AB bünyesinde başlayan ‘‘Avrupa kimliği nedir?’’, ‘‘Avrupa sınırları nerede başlar, nerede biter’’ gibi dar manadaki tartışmalara da bir nokta koymuş oluyor.
Clinton, ‘‘Avrupa meselesini’’ pek çok Avrupalı liderden daha iyi anlamış olan bir Amerikalı. Bunda, yüksek öğreniminin bir bölümünü İngiltere'de yapmış olmasının payı yadsınamaz. Yani dünya sorunlarına sadece Atlantik ötesinin merceğinden bakmıyor. Bu arada gelişmelere karşı çabuk refleks veren bir yapıya da sahip. Bu nedenle de Soğuk Savaş sonrası Avrupa'nın yeni çerçevesini tanımlamakta zorluk çekmiyor.
Clinton konuşmasında Atatürk'ün ‘‘Ülkeler değişir, ama uygarlık tektir’’ sözünü hatırlatıp Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini bugünün gerçekleriyle buluşturuyor. Ve de o gün Batı'yla aynı uygarlık dilini konuşma tercihini yapmış olan Türkiye'nin bugün Batı'nın vazgeçilmez bir parçası olduğunu vurguluyor. O uygarlık içindeki yerini işaret ediyor ve de bu ortak mirasın korunması için Türkiye'nin üzerine düşen sorumluluğunu anımsatıyor.
Yani Türk-Amerikan ilişkilerinde yıllardan beri duyageldiğimiz ‘‘dost ve müttefik Türkiye’’ kavramının yerini çok daha modern bir yaklaşım alıyor.
Olayın teorik çerçevesi bu.
Tabii aynı konuşma Türk siyasi sınıfına da bu misyonu sonuçlandırmak için gerekli önlemleri alma gereğini hatırlatıyor. Ve de bunu aynı uygarlığa aitliğin bir sorumluluğu olarak sunuyor.
Türkiye-AB ilişkilerini normal bir yola sokacak bir yaklaşım bu.
Türkiye kimseye yalvarmıyor. İstenilmediği bir yere zorla girmiyor.
Ortada ortak bir uygarlığın yaşatılması ve de geliştirilmesi meselesi var. Ve bu noktada sorumluluk AB kadar Türkiye'nin de omuzlarında.
Dünyayı Eximbank ve de bilmem ne bank kredilerinden ibaret sananlar bu büyük sorumluluğun acaba farkındalar mı? Ve de bundan sonra yapılması gerekenleri artık düşünmeye başlayabilecekler mi?
‘‘Dinamik ekonomimiz var’’ sözleri artık elma şekeri etkisi bile yapmıyor. Epey komik oluyor. Büyük hamleler ise kapı kapı dolaşılıp alınan kredilerle değil, cesur siyasi kararlarla gerçekleşiyor.
Paylaş